30 Kasım 2013 Cumartesi

Adım adım adaylarım


Evet, yılın en güzel zamanları belki de ödül mevsiminin açıldığı zamanlar değil mi? Yavaş yavaş listeler önümüze düşerken aslında biz 22 blogger olarak birkaç aydan beridir Oscarboy çatısı altında Gold Diggers'ı gelenek haline getirerek aday listelerimizi yayınlıyoruz. Artık kendi listemi kendi blogumdan yayınlama vakti geldi diye düşünüyorum. Tabiî bu liste değişecek önümüzdeki günlerde ancak değişiklikler genel çatıda olmayacak. Az biraz törpülemek gerekebilecek kendi isteklerimi. Buna göre de adım adım adaylarıma birkaç kez yer verebilirim blogda. Nedenleri biraz sorgulayarak, yer yer eğlenerek seçimlerimi paylaşacağım. Aşağıdaki liste, aslında dördüncü Gold Diggers için gönderdiğim adaylar. İlk listede neler vardı, neler değişti zamanla birkaç not düşeyim:


* İlkin aklıma gelen Fruitvale Station. FS büyük bir dalga halinde geldi Sundance'dan. Çok sevildi. Bu yılın Beasts of The Southern Wild'ı olma umutları vardı. Dolayısıyla gerek yönetmen Ryan Coogler, gerekse oyuncu Michael B. Jordan listeme girdi. Hatta hâlâ umutvar olan Octavia Spencer, yard. kadın kategorisine aday adayıydı. Filmi izledikten sonra çok güçlü olmadığını gördüm ancak filmin damardan giren bir enerjisi var ve matematiksel olarak da iyi hesaplanmış bir film. Hâlâ şans var diyorum ancak listemden çıkarıyorum ve bir adaylık çıkacaksa filme lütfen bu Octavia Spencer olmasın diyorum.

* Başlarda hiç düşünmediğim Robert Redford, All is Lost gösterime girdikten sonra aklımı karıştırmaya başladı ve o kadar karıştırdı ki erkek oyuncu dalında ikinci sıraya kadar yükseldi. Birincim hiç değişmedi, değişeceğini de sanmıyorum. Redford bu yıl iki filmle karşımıza çıktı ve yaşını da düşündükçe adaylık şansının yükseklere çıktığını belirtmek istiyorum. Sevildiğine ve düşünüleceğine eminim.

*Başlarda hep düşündüğüm ama gittikçe ivme kaybeden Christian Bale. Listemdeydi ancak artık çıkardım, bakalım dahil edecek miyim yeniden. Ancak erkek oyuncu kategorisi buradan gayet iyi duruyor, ne dersiniz?

* Listeme hiç almak istemediğim ama her fırsatta yazdığım filmler ve kişiler var.
-En başta Captain Phillips. Tom Hanks'ten o kadar sıkıldım ki ağır abi modundaki hal ve hareketlerini de görmek istemiyorum artık orada burada. Bir bu adamdan bir de Denzel Washington'dan çookk sıkıldım artık. (Neyse bu yıl Denzel Abi yok)
-İkinci istemediğim Sandra Bullock. Olması gerektiği gibi oynadığını düşündükçe Gravity'deki oyunculuğunun neresinin bu kadar abartıldığını anlamıyorum. Bir de artık Meryl Streep biraz ara versin istiyorum. Her yıl aday listesinde olmak zorunda mı?
-The Butler resmen Oscar için yapılmış havasıyla hayli itici duruyor. Daha fragmanından içim bayıldı, kendisine nasıl dayanacağımı bilemiyorum. Ancak ilk günden listemde yer alıyor, değişeceğini de sanmıyorum.

*Listemden hiç çıkarmak istemediğim filmler ve kişiler de var tabii.
-12 Years A Slave: Yönetmen, erkek oyuncu, yard. kadın&erkek, senaryo... hepsi yerli yerinde dursun.
-Çok enteresan ama Matthew McConaughey. Bu adam son yıllarda epey değişti ve gelişti. Acayip...
-Before Midnight... Daha fazla kategoriye eklemek istediğim ama yapamadığım ve senaryoyla sınırlı kalacağını düşündüğüm bir taneceğim, aşkım.
-Yabancı filmde adaylığına garanti gözüyle baktığım Gloria'nın şahane oyuncusu Paulina Garcia.
-Veee tabiî ki Juaquin Phoenix...

*Olmasa da olurlar, olmazlarsa umrumda olmayanlar:

-August: Osage Contry
-Jonah Hill
-Jennifer Lawrence
-Saving Mr. Banks

Şimdiye kadarki sanırım dördüncü listem:

EN İYİ FİLM
1. 12 Years A Slave
2. Gravity
3. The Wolf of Wall Street
4. Inside Llewyn Davis
5. American Hustle
6. The Butler
7. Nebraska
8. Captain Phillips
9. Dallas Buyers Club
10. August: Osage County

EN İYİ YÖNETMEN
1. Alfonso Cuaron
2. Steve McQueen
3. Joel & Ethan Coen
4. Martin Scorsese
5. Alexander Payne

EN İYİ ERKEK OYUNCU
1. Chiwetel Ejiofor – 12 Years A Slave
2. Robert Redford – All is Lost
3. Matthew McConaughey - Dallas Buyers Club
4. Juaquin Phoenix - Her
5. Bruce Dern - Nebraska

EN İYİ KADIN OYUNCU
1. Cate Blanchett – Blue Jasmine
2. Emma Thompsen – Saving Mr. Banks
3. Judi Dench - Philomena
4. Meryl Streep – August – Osage Country
5. Paulina Garcia - Gloria

EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU
1. Jared Leto – Dallas Buyers Club
2. Barkhad Abdi – Captain Phillips
3. Michael Fassbender – 12 Years A Slave
4. Jonah Hill – The Wolf of Wall Street
5. Bradley Cooper – American Hustle

EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU
1. Lupita Nyong'o - 12 Years a Slave
2. Oprah Winfrey – The Butler
3. Jennifer Lawrence – American Hustle
4. Julia Roberts - August – Osage Country
5. June Squibb - Nebraska

EN İYİ UYARLAMA SENARYO
1. Before Midnight
2. Captain Phillips
3. Blue Is the Warmest Color
4. August: Osage County
5. 12 Years a Slave

EN İYİ ÖZGÜN SENARYO
1. Inside Llewyn Davis
2. Blue Jasmine
3. Her
4. Nebraska
5. Saving Mr. Banks

1 Kasım 2013 Cuma

Sen Bize Öyküler Anlat, Aydınlanır Zaten Gece


**Bu yazı İstanbul Film Festivali'nin bittiği hafta Evrensel Pazar ekinde yayınlanmıştır. Başka Sinema kapsamında gösterime giren Sen Aydınlatırsın Geceyi filmi üzerine düşündüklerimi yeniden hatırlatmak, üzerine yeniden düşünmek için...

Onur Ünlü’nün yazıp yönettiği ve Ali Atay, Demet Evgar, Ahmet Mümtaz Taylan, Serkan Keskin, Ercan Kesal gibi son dönem iyice göz önünde olan ve deyim yerindeyse “kendi çekim evrenleri”ni yaratan oyuncuların rol aldığı Sen Aydınlatırsın Geceyi, “değişik” bir film. Tüm değişikliğiyle, Tayfun Pirselimoğlu başkanlığındaki jüriden birinci olarak çıkması da “değişik”. Bu değişiklik, sinemamız adına bazı gidişleri yerinden oynatması, bazı anlayışları kırması, belki çekirdeği yerinden oynatması açısından da önemli.

Filmin konusunu çoğu yerde okumuşsunuzdur, yani küçük bir kasabada geçtiğinden, anlattığı kişilerin bazı süper güçlere sahip olduğundan vs haberdarsınızdır. Zaten karşınızda bir Onur Ünlü filmi varsa, alışılmışın dışına çıkılacağının garantisi size baştan verilmiş demektir. Şimdiye kadarki filmografisi içinde özgün işlere imza atmayı her daim bilen Ünlü’nün sinemasına vâkıf değilseniz bile televizyondaki en ayrıksı iş Leyla ile Mecnun’un adını illaki duymuş, bir göz atmış olmalısınız. Zaten Sen Aydınlatırsın Geceyi, Leyla ile Mecnun ekibinin hemen hemen hepsini bir araya getirmiş bir yapım. Diziyi sevenler için de bu yönüyle de çekici olabilir.

Ünlü’ye göre kendisi için “yeni bir dönemin başlangıcı” bu film. Kendi sözleriyle filminin çıkışı noktasını şöyle özetliyor Ünlü: “... insanların her birinin, bir diğerinde olmayan olağanüstü özellikleri zaten var. Peki hepsinin ortak özelliği ne? Cevap: İnsanların hepsi, yaşanılan zamana, şehre ve kononktüre bağlı olmaksızın, endişelerle doludur.” Yani ister duvarlardan geçebilelim, ister görünmez olalım, isterseniz ölümsüzlüğü tadalım; yine de bizleri birbirimize benzer kılan ortak derdimiz “endişe”. Film de bu duygunun, bu durumun peşinden gidiyor. En olmaz şeyleri olura getirip yarattığı gerçeküstü atmosferin içinde belki de en gerçekçi insanî halleri yakalıyor. Filmin kendi evreni içinde kurduğu gerçeküstü gerçeklik, günlük hayatımızın altını aslında koyu çizgilerle belirgin hale getiriyor. Hikâyesinin tadımlık olağanüstülükleri en olağana bağlanıveriyor. Çünkü merkezinde insan var filmin. En absürdünden en sıradanına, insan. Yanlışıyla, doğrusuyla, gerçeğiyle, yalanıyla hep insanı anlatıyor bize. Kurduğu evrenin seyirciyi kıskıvrak yakalayabilmesi bundan. Bizden olanı yakalıyor Sen Aydınlatırsın Geceyi ve yine bize sunuyor.

Taşranın düşündürdükleri

2000’ler yerli sinemasının en belirgin özelliklerinden biri “taşra”ya yönelmek. Küçük kasabaların, köylerin dertleri, sıkıntıları, günlük hayatı veya sosyal, siyasal yapısı... Taşranın doğallığını –artık ne kadar kaldıysa- yakalamayı istemek, büyük şehrin (ki büyük şehrin de taşrasına yönelme durumundan bahsedebiliriz) keşmekeşliğinden uzaklaşmak bir nevi saflığa, samimiyete yönelme isteğini de peşinden getiriyor. Hatta taşrayı çocukluğa dönme özlemiyle eşleştirenler de var. Bu yıl ulusal yarışma dahilinde izlediğimiz filmlerin çoğu da taşrayı (TDK taşrayı “Bir ülkenin başkenti veya en önemli şehirleri dışındaki yerlerin hepsi, dışarlık” olarak açıklar), yerel olanı yakalama ve anlatma konusunda birlik gösteriyor gibiydi. Buradan hareketle bu duruş, aklımıza yerelliği yakalayamayanın evrensel olamayacağı gerçeğini getirmeli. Belki 2000’ler sinemasının yolunu çizmesi de bu yönelim doğrultusunda olacaktır. Bunu bekleyip göreceğiz. Ancak Sen Aydınlatırsın Geceyi taşraya getirdiği yeni bakış açısıyla da ileride mutlaka sözü edilecek bir film. Taşrayı “dışarı” olarak almayan gayet içselleştiren film, aslında taşrayı merkez haline getiriyor.

Filmin Ünlü filmografisi içinde nerede duracağı yönetmenin bundan sonraki filmleriyle de şekillenecektir. Üstelik filmin festival gösterimi sonrası yarattığı etki, topladığı ödüller sinemamızın “Ünlü kafası”na ihtiyacı olduğunu bir kez daha göstermiştir. En olmayacak hallerden “olur”u yakalayabilmek ve bunu seyirciye büyük bir samimiyetle sunmak Onur Ünlü ve ekibinin alamet-i farikası. Filmin gösterime girmeyecek olması, çeşitli toplu gösterimlerle halka gösterilmesi, üniversiteler vb kurumlarca çağırılması durumunda ekibin çağrıya kulak verip filmi paylaşacakları gibi gelişmeler de sinemamız ve dağıtım hakkında düşünmemiz gereken şeyler olduğunu bir kez daha hatırlattı bize. Ünlü kendince bir dağıtımı benimsemiş görünüyor Sen Aydınlatırsın Geceyi ile birlikte. Bu seçim bir yandan halka ulaşma yolunda yeni yollar yaratırken bir yandan da dağıtım tekelciliğine bir karşı çıkış olarak okunabilir. Bu yönüyle de ayrıksı bir iş olarak hafızamıza kazınacak Sen Aydınlatırsın Geceyi.

6 Ekim 2013 Pazar

Filmekimi'nden Bana Kalanlar 1



IKSV’nin sadece Emek sinemasında göstermek üzere başlattığı sonbahar film günleriydi Filmekimi. Şimdi bize kalan Emek’in yıkıntı görüntüleri içinde Atlas ve Beyoğlu’na koşmak...

Bu yıl geçtiğimiz yılların da coşkusuyla yine Cannes’a yön verenleri önümüze serdi Filmekimi. Daha izlenmeden taparcasına beklenen film listeleri oluşturttu sinemaseverlere. Bu ne denli doğru bir bakış açısı bilmiyorum ama sevmek böyle bir şey olsa gerek. Ancak beklentiye girip sonradan çökmek handikapını da içinde barındırması iki ucu da zararlı kılıyor. Neyse... Gelelim bu yıl payıma düşenlerden aldığım paylara:

**Önemli bir not olarak şunu yazmak istiyorum başlamadan: Filmlerin adlarının yanında göreceğiniz yorumlar bende bıraktıkları etkilerdir. O filmlere dair duyumsadıklarımdır, iç döküşlerimdir. Sizi etkilemesini istemem, katılırsanız “bir kişi daha öyle düşünmüş” derim katılmazsanız “fikirler, duygular çeşitlendikçe çoğalır”a bırakırım sizi ve kendimi :)

Filmekimi kitapçığını elime aldım, orta sayfadaki film listesindeki sırayla başlıyorum.

Ilo Ilo: Giriş, gelişme, sonuç itibarıyla bende hiçbir etkili duygu bırakmayan vasat altı bir film. Uzakdoğu’nun orta sınıf mutsuz bir ailesinin yanına gelen Filipinli hizmetçileriyle yer yer sadizme kayan duygu şiddetlerini içinde barındırıyor. Yine ekonomik sıkıntılar, yine aile içi iletişimsizlik, yine yine yine. Senaryo vasat, ortaya çıkan işten arda kalan sıkıntıdan başka bir şey değil.

La Vie D’Adéle (Mavi En Sıcak Renktir): Bu film yarattığı coşku halesiyle geldi kuruldu perdeye tabii. Kötü düşünmek ne mümkün. İzleyeni büyüleyen bir film. Büyüsü nerden geliyor onu biraz eşelemek gerek. Biliyorsunuz Cannes’da ödüllendikten sonra gerek oyuncuların yönetmene ettikleri laflar, gerek yönetmenin verdiği cevaplar derken film büyüdükçe büyüdü. (180 dk’dan daha fazla ne kadar büyür onu da gördük) İnanın, film hakkında söylenenler zerre umrumda değil. Zaten spekülasyonlar ancak reklama yarıyor. Filmi izlediğimde gördüğüm “mükemmel bir aşk anlatımı”ndan başka bir şey değil. Ha bu küçük bir şey mi? Hayır! Önemsiz mi? Hayır! Adele’in hayatından kesitler, zaten filmin adında bize duyurulan ipucu.

Yönetmenin sineması hakkında pek bir bilgim yok. Diğer filmlerinde ele aldığı konuları insanı delirtecek kadar detaylandırarak verip vermediğini bilmiyorum. Mavi’de tercih ettiği yakın planlar alamet-i farikasıdır belki de. Rahatsız etmeyi tercih ediyordur zannımca. Çünkü Mavi içine girdiği yaşamları rahatsız edecek derecede detaylandıran bir film olmuş. Adele’in aşkın içine düşmesiyle kontrol edemediği hislerinin davranışa dönüşmesi, tipik aşk hallerinin de dışavurumu aslında. Hangi âşık kontrollü ki? Kontrolsüzlük hali filme de yansımış ki film izlediğimizi unutturacak derecede giriyoruz filmin içine ve aslında filmi değil Adele’i izliyoruz. Filmin başarısı bence bu. Onun dünyasının içine, onun gözlerinin derinliklerine sokabiliyor bizi. Mavi için söyleyeceklerim bu kadar şimdilik.

Metro Manila: Fakirlik her yerde kötü, fakirler her yerde ezilen... Yer Filipinler... İnanın bana bir ailenin başına gelebileceklerin haddini hesabını biz Öyle Bir Geçer Zaman ki’den biliyoruz. Metro Manila’nın ailesi Akarsu ailesinden bir tık şanslı o kadar.

3X3D: 3 bölümden oluşan bir 3D dünyası. Galiba 3D’yi ancak böyle filmlerde sevebilirim. 20 dk’lık bölümler. İlk bölümü geçiyorum, hiçbir halt anlamadım o bölümden. İkinci bölümde sinemasapienleri izlemek epey eğlenceliydi. Sinema tarihine günahlarıyla, sevaplarıyla dokunmak ve tarihi baştan izlemek sinemaseverler için iyi, genel izleyici için ne ifade eder bilemem. Üçüncü bölüme de değinmek istemiyorum. Godard beni boğuyor.

Michael Kohlhaas: Baştan söyleyeyim filmi seçme nedenim tamamen Mads Mikkelsen. Böyle ciddi (!) bir seçim sebebinden sonra filme mantıklı bir yaklaşım geliştirmemi bekleyemezsiniz, değil mi? Ancak şunu söyleyebilirim: Kafka, bu filmin uyarlamasının yapıldığı novella için zamanında “Ne zaman aklıma gelse gözyaşlarıma hâkim olamıyorum” demiş. Okumak zevkli olabilir de izlemek sadece Mads varsa zevk verir, onu diyeyim.

Fruitvale Station (Son Durak: Filmin bittiği anı aklıma getiriyorum ve gözlerimizdeki yaşın sadece filmle alakalı olmadığını, filmin bizi Gezi sürecini ve hatta şimdiki zamanı tekrar tekrar hatırlattığını düşünüyorum. Son Durak, Filmekimi başlarken en fazla merak ettiğim filmlerden biriydi. Nedeni ödül sezonunda adını duyacağımız filmlerden birini erken görebilmek ve bu filme ne kadar umut bağlayabileceğimi test etmekti. Doğrusu, listeme koymakta tereddüt etmediğim Son Durak’ın sezonu sonuna kadar görütebileceğine inanıyorum hâlâ. Tıkır tıkır işleyen bir film ve insanı isyan ettirecek bir konusu var. Gerçek hayattan alınan bir olay ve gerçekten çok acı. Tüm bunlar bir filmi çok iyi yapmaya yetmez tabii ama çok çok etkilemeye yeter. Son Durak’ın yaptığı da bu.


Sanırım çok uzayacak yazı, dolayısıyla ilk 3 günün özeti olsun buraya kadarkiler. Şimdi genel olarak Filmekimi’ne bakıp izlediklerim arasından en iyi 5’i çıkarabilir miyim bakayım.


La Vie D’Adele (Mavi En Sıcak Renktir)
Gloria
Fruitvale Station (Son Durak)
Mamarosh (Ana Kuzusu)
La Danza de La Realidad (Gerçeğin Dansı)


ve La Passé (Geçmiş)

6 oldu ama idare ediverin :) Filmler sıralı değildir. Ancak La Passé’nin ilk sırada olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.

14 Eylül 2013 Cumartesi

Filmekimi 2013 - Listem


Günlük hayata bir hafta tatlı bir ara tadında olan Filmekimi kapımızı çalmaya başladığında heyecanlanmaya da başlamıştık çünkü Cannes seçkisindeki filmler genellikle bizde Filmekimi seçkisinde de yer aldığından izlenebilecek filmleri düşündükçe Filmekimini daha da sabırsızlıkla bekler olmuştuk. Bu yıl da rota şaşmadı ve birçok güzel ve hatta ödül sezonunda adını duyacağımız birkaç isim seçkide yer aldı. (Gravity listede yer almıyor ancak bu filmin gösterileceği yolunda epey duyumlar var, bekleyelim bakalım)

**Süpriz film, Locke olarak açıklandı; Gravity hayalleri vizyona kaldı :)

Aşağıda görmek istediğim filmler yer alıyor. Listeyi daha fazla kısaltamadım çünkü her bir filmi farklı nedenlerle veya benzer sebeplerden görmek istiyorum doğrusu. Yerli sinemamızın güzide örneklerinden Sen Aydınlatırsın Geceyi filmi de Filmekimi'nde gösterilecek. Ben filmi izlediğim için listeme almadım, sizin aklınızda bulunsun.

Filmler Atlas, Beyoğlu ve Nişantaşı City's sinemalarında gösterilecek, listedeki mekan kısaltmalarını ve tarihlerini kısaca film bilgilerini http://filmekimi.iksv.org/tr/index.asp adresinden aldım. Merak edenler, konularına zaten adresten ulaşabilirler.

İyi seyirler ve bilet bulabilme konusunda da bol şanslar

SEN ŞARKILARINI SÖYLE - INSIDE LLEWYN DAVIS
Yönetmen: Joel Coen & Ethan Coen
Oyuncular: Oscar Isaac, Carey Mulligan, Justin Timberlake, Ethan Phillips, John Goodman, Garrett Hedlund
ABD, 2013
A 1 Sa. 11.00 / A 2 Ça. 21.30 / NC 3 Pe. 21.30

SON DURAK - FRUITVALE STATION
Yönetmen: Ryan Coogler
Oyuncular: Michael B. Jordan, Melonie Diaz, Octavia Spencer, Kevin Durand, Chad Michael Murray, Ahna O'reilly, Ariana Neal, Keenan Coogler
ABD, 2013
B 29 Pz. 19.00 / B 30 Pt. 13.30 / A 3 Pe. 21.30 / NC 5 Ct. 11.00

GEÇMİŞ - LE PASSÉ
Yönetmen: Asghar Farhadi
Oyuncular: Bérénice Bejo, Tahar Rahim, Ali Mosaffa, Pauline Burlet, Elyes Aguis, Jeanne Jestin, Sabrina Ouazani, Babak Karimi, Valeria Cavalli
Fransa-İtalya, 2013
A 30 Pt. 13.30 / NC 1 Sa. 21.30 / B 3 Pe. 21.30 / A 4 Cu. 21.30


BAŞKA SÖZE GEREK YOK – ENOUGH SAID
Yönetmen: Nicole Holofcener
Oyuncular: James Gandolfini, Julia Louis-Dreyfus, Toni Collette, Catherine Keener, Ben Falcone
ABD, 2013
A 28 Ct. 13.30 / NC 3 Pe. 13.30 / NC 6 Pz. 11.00

3X3D
Yönetmen: Jean-Luc Godard, Peter Greenaway, Edgar Pêra
Oyuncular: Nuno Melo, Jorge Prendas, Miguel Monteiro
Portekiz, 2013
B 28 Ct. 13.30 / A 29 Pz. 11.00 / NC 2 Ça. 13.30

CHARLIE COUNTRYMAN'İN GEREKLİ ÖLÜMÜ - THE NECESSARY DEATH OF CHARLIE COUNTRYMAN
Yönetmen: Fredrik Bond
Oyuncular: Shia Labeouf, Evan Rachel Wood, Mads Mikkelsen, Til Schweiger, Rupert Grint, James Buckley, Vincent D'onofrio
Romanya-ABD, 2013

NC 29 Pz. 21.30 / NC 30 Pt. 11.00 / A 5 Ct. 11.00


ADALET İÇİN - MICHAEL KOHLHAAS
Yönetmen: Arnaud des Pallières
Oyuncular: Mads Mikkelsen, Mélusine Mayance, Delphine Chuillot, David Kross, Bruno Ganz, Denis Lavant, Roxane Duran
Fransa, 2013

A 30 Pt. 11.00 / NC 1 Sa. 19.00 / B 2 Ça. 11.00 / B 6 Pz. 13.30

SON ŞANS - THE CONGRESS
Yönetmen: Ari Folman
Oyuncular: Robin Wright, Harvey Keitel, Jon Hamm, Paul Giamatti, Kodi Smit-Mcphee, Danny Huston, Sami Gayle, Michael Stahi-David, Michael Landes
İsrail-Almanya-Polonya-Lüksemburg-Fransa-Belçika, 2013
NC 28 Ct. 16.00 / A 1 Sa. 19.00 / B 2 Ça. 19.00 / NC 3 Pe. 11.00

DÖŞEĞİMDE ÖLÜRKEN - AS I LAY DYING
Yönetmen: James Franco
Oyuncular: James Franco, Logan Marshall-Green, Danny Mcbride, Tim Blake Nelson, Ahna O'reilly, Beth Grant, Jim Parrack, Jesse Heiman, Scott Haze
ABD, 2013
NC 3 Pe. 16.00 / NC 4 Cu. 21.30 / B 6 Pz. 11.00

BALAYI - LIBANKY
Yönetmen: Jan Hrebejk
Oyuncular: Anna Geislerova, Stanislav Majer, Jiri Cerny, Kristyna Fuitova, David Maj, Jiri Sestak, Jana Radojcicova, Matej Zikan, Vlastimil Dusek, Eva Kukuckova
Çek Cumhuriyeti-Slovakya, 2013
B 28 Ct. 11.00 / NC 4 Cu. 19.00 / A 5 Ct. 16.00

SADECE AŞIKLAR HAYATTA KALIR - ONLY LOVERS LEFT ALIVE
Yönetmen: Jim Jarmusch
Oyuncular: Tilda Swinton, Tom Hiddleston, Mia Wasikowska, John Hurt, Anton Yelchin, Jeffrey Wright, Slimane Dazi
İngiltere-Almanya, 2013
A 29 Pz. 21.30 / NC 30 Pt. 19.00 / B 4 Cu. 16.00 / A 6 Pz. 16.00


ÖLÜMSÜZ AŞK - AIN'T THEM BODIES SAINTS
Yönetmen: David Lowery
Oyuncular: Rooney Mara, Casey Affleck, Ben Foster, Nate Parker, Keith Carradine
ABD, 2013
NC 29 Pz. 19.00 / NC 1 Sa. 11.00 / B 5 Ct. 21.30 / A 6 Pz. 19.00

GERÇEĞİN DANSI - LA DANZA DE LA REALIDAD
Yönetmen: Alejandro Jodorowsky
Oyuncular: Brontis Jodorowsky, Pamela Flores, Jeremias Herskovits, Alejandro Jodorowsky, Bastian Bodenhöfer, Andres Cox, Adan Jodorowsky, Cristobal Jodorowsky
Fransa-Şili, 2013
NC 30 Pt. 13.30 / A 1 Sa. 21.30 / B 2 Ça. 21.30 / A 3 Pe. 13.30

MAVİ EN SICAK RENKTİR - LA VIE D'ADÈLE CHAPITRE 1 ET 2
Yönetmen: Abdellatif Kechiche
Oyuncular: Léa Seydoux, Adèle Exarchopoulos, Salim Kechiouche, Mona Walravens, Jérémie Laheurte
Fransa, 2013
A 28 Ct. 21.30 / NC 29 Pz. 16.00 / B 30 Pt. 21.30 / A 2 Ça. 16.00

GLORIA
Yönetmen: Sebastián Lelio
Oyuncular: Paulina García, Sergio Hernández, Diego Fontecilla, Fabiola Zamora, Coca Guazzini, Hugo Moraga, Alejandro Goic, Liliana García, Antonia Santa Maria, Luz Jiménez, Marcial Tagle
Şili-İspanya, 2013
B 1 Sa. 19.00 / NC 2 Ça. 19.00 / A 4 Cu. 11.00 / A 6 Pz. 21.30

KATİL AVI - WARA NO TATE
Yönetmen: Takashi Miike
Oyuncular: Takao Osawa, Nanako Matsushima, Tatsuya Fujiwara, Goro Kishitani, Masatoh Ibu, Kento Nagayama, Kimiko Yo, Tsutomu Yamazaki
Japonya, 2013
NC 1 Sa. 13.30 / B 3 Pe. 11.00 / NC 6 Pz. 19.00

GENÇ VE GÜZEL - JEUNE & JOLIE
Yönetmen: François Ozon
Oyuncular: Marine Vacth, Geraldine Pailhas, Frederic Pierrot, Fantin Ravat, Johan Leysen, Charlotte Rampling
Fransa, 2013
3 Pe. 19.00 / B 4 Cu. 21.30 / A 5 Ct. 19.00

BÜKREŞ'E GECE ÇÖKTÜĞÜNDE YA DA METABOLİZMA - CÂND SE LASA SEARA PESTE BUCUREŞTI SAU METABOLISM
Yönetmen: Corneliu Porumboiu
Oyuncular: Diana Avramut, Bogdan Dumitrache, Mihaela Sirbu, Alexandru Papadopol, Alexandru Jitea, Gabriela Cretan
Romanya-Fransa, 2013
NC 28 Ct. 11.00 / B 30 Pt. 11.00 / B 2 Ça. 13.30 / A 5 Ct. 13.30

ATEŞLİ BAKIŞLAR - THE LOOK OF LOVE
Yönetmen: Michael Winterbottom
Oyuncular: Steve Coogan, Tamsin Egerton, Imogen Poots, Anna Friel, James Lance, Chris Addison, Matthew Beard, Simon Bird, Kieran O'brien, David Walliams, Stephen Fry
İngiltere, 2013
NC 29 Pz. 13.30 / A 30 Pt. 19.00 / B 1 Sa. 13.30 / A 4 Cu. 13.30

HELI
Yönetmen: Amat Escalante
Oyuncular: Armando Espitia, Andrea Vergara, Linda Gonzalez, Juan Eduardo Palacios
Meksika-Almanya-Hollanda-Fransa, 2013
A 28 Ct. 19.00 / B 1 Sa. 16.00 / NC 5 Ct. 13.30 / B 6 Pz. 19.00


7 Eylül 2013 Cumartesi

Vazgeçebilenler

gerçek âşıklar
filmin âşıkları

Madonna'nın ikinci yönetmenlik denemesi, dolayısıyla ikinci filmi W.E.... Evet, yönetmen şarkıcı olunca hele ki bir önceki filmi pek sevilmeyince hatta ve hatta W.E. Venedik FF'de yuhalandı haberleri gelince filme mesafeli yaklaşmak olası. Aslında mesafeli durmak her iş için iyi, anlam yükledikçe bulduğumuzla yetinmemek ve basbayağı iyi filmleri beğenememek gibi insanî sıkıntılar içine girebiliyoruz.

Film İngiltere r-tarihinin en ayrıksı krallarından birinin Kral 8. Edward'ın hayatının bir kesitine, Wallis Simpson'la ilişkisine odaklanıyor (gibi görünüyor) Tabiî ki konu çekici çünkü tahtı sevdiği kadın için terk etmiş bir adam söz konusu, aşkın kazandığı nadir durumlardan biri ve hatta gerçeği... Eşeledikçe bir peri masalından ziyade acının, tükenmişliğin, tecrit edilmenin öteye beriye savurduğu insanları izliyoruz aslında filmde. Belki Kral Edward'ın terk ettiği taht, maddi bir değer olarak zaman içinde önemini yitiriyor ama hem Edward'ın hem de Wallis'in içine sürüklendikleri tecrit canlarını acıtıyor. Aşkın kazandığı nadir durumlardan biri olarak karşıladığımız gelişmeler, kazançtan çok yüke dönüşüyor. Ve tabiî insan ister istemez soruyor: değer mi?

W.E. adını Wallis ve Edward'ın kısaltmasından alıyor ancak 1998'de başlayan ikinci bir hikâye daha var filmde ki aslında bu hikâye filmin birincil hikâyesi. Adını aldığı Wallis Simpson'la bir nevi aynı bedbaht kaderi paylaşan Wally, zaengin psikiyatr kocasıyla New York'un korunaklı kalelerinden birinde, bir apartmanda yaşıyor. Wally'nin dışarıdan baktığımızda resmen hastalıklı bir şekilde Wallis'in öyküsüne olan ilgisi, kendi hayatını bina ettiği mutsuzlukla örtüşüyor. Özellikle Wallis'in ilk evliliğiyle paralellik gösteren kendi evliliği içinden çıkılmaz bir ızdıraba döndükçe, muhtaç olduğu özgüveni Wallis'in hikâyesinden edinmeye başlıyor Wally. Bu noktada film tarihle günümüzü (yani yakın geçmişi) iç içe geçirip iki kadını buluşturuyor.

Filmi izlerken anlamlandıramadığım nokta, yakın geçmişteki hikâyenin odağındaki Wally'nin kendi dünyasını kurmak konusunda bu kadar korkak olması. Çok güzel bir kadın, etrafında kendine ilgi gösteren insanlar da var ancak o, kendisini aldattığını bilen, kendisine kötü davranan kocasının yanına evine dönüyor her akşam. Üstelik kocası çoğu zaman evde bile değil. Olduğunda da açık şekilde sözlü ve fizikî şiddet uyguluyor kadına. Tüm bunları yaşarken neden Wally orada olmaya, durmaya devam ediyor. Kabul edilmiş çaresizlikle bağdaştıramıyorum ben bu durumu. Sahip olduğu sosyal statüden uzak kalma korkusu da olamaz çünkü zaten o ortam içinde de mutsuz. Hiçbir şekilde o hayatı sevdiğini gösterir bir nüve yok filmde. Dolayısıyla bunca çekingenlik niye? Paralellik kurduğu ve hikâyesini adeta yaşadığı Wallis bunca cesurken üstelik... Hikâyenin açık kalan kısmı bu bence. Dolayısıyla filmin uzamasına da sebebiyet veren toparlanma anlarına kolay erişemiyoruz filmi izlerken.

Netice itibarıyla W.E., çok da yuhalanacak bir film değil. Tamam, öyle huşû içinde izlenecek bir film olmayabilir, ancak çok kötü diye yaftalamakta da iyi niyet aranamaz.

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Lore: Savaşla Büyümek



Durup durup hatırlanacak, tekrar tekrar izlenecek filmlerden biri Lore (Savaşın Gölgesinde). Film hakkında Filmlerim.com'a yazdığım kritiğe bu linkten ulaşabilirsiniz:
Lore: Savaşla Büyümek - filmlerim.com

6 Ağustos 2013 Salı

Arka Bahçe, Dünya




Filmler hep bir şeyler hatırlatır, başka yerlere götürür, bağ kurdurur, düşündürür. En azından sinemadan anladığım şey sizinkiyle aynıysa, evet, filmler bunu yapar.
Yeni bir dünya yaratan filmleri özlüyoruz, adıyla değil sadece duruşuyla... Elysium: Yeni Cennet adıyla vizyona giriyor bu hafta. Yeni bir cennet... İnsan yapımı, ayrıştırıcı, ötekileştirici, elitizmin zirvesine yerleşmişlerin cenneti: Elysium.

Yönetmeni District 9’dan tanıyoruz. Dört yıl önce ufak çaplı başlayan etkileyiciliği gittikçe çoğalan ve geniş kitlelere yayılan District 9’un o gün 30 bugün 34 yaşında olan yönetmeni Neill Blomkamp, bu yaşında Amerikanya’ya sıçramış ve yeni filmi Elysium’u Matt Damon, Jodie Foster gibi adı sanı almış yürümüş oyuncularla çekmiş. Tabii District 9’un oyuncusu ve memleketlisi Sharlto Copley’i de yanına almayı unutmamış. Zaten filmi izlerseniz göreceksiniz, filmin akılda kalıcı tiplemesi Copley’den çıkıyor.

Filmin konusunu yazmak istemiyorum zaten tüm bültenlerde geçiyor. İnsan eliyle yaratılan Elysium adlı yaşam yerinin bir metafor olarak kullanıldığını izleyen herkes anlayacaktır. Zaten District 9’u izleyenler, yönetmenin kamplaşma, ötekileştirme, tecrit konularına nasıl yaklaştığını hatırlarlar. (İzlemeyenler de bir zahmet izlesin artık.) Senaryosu Blomkamp’a ait Elysium’un. İzledikten sonra benim aklıma takılan senaryo boşlukları, zannımca senaryonun Amerikan sinemasına dönüşürken hafifletilmesinden kaynaklanıyor. Bunun için akıl harcı bir delilim yok ancak yönetmenin bu filmi geniş çaplı dağıtıma çıkarabilmek için bazı değişiklikleri kabul adebileceğine inanmak zor değil. Neyse, ben yönetmen hakkındaki yargımı belirlerken üçüncü filmini bekleyeceğim. Henüz kredi kaybetmiş değil gözümde.

Elysium temelinde eşitlik sorununu kafasına takan bir film. Her alanda aslında eşit olabilecek imkanlar dahilinde yaşamak her insan evladının hakkı. Payın büyüğünü kendine ayıranlar tarafından alaşağı edilen yaşamlar, dünyayı sadece bir sömürü mekanı olarak kullanan büyükler (!) Elysium’un temel çatışma noktaları. Çözüm basitken insanın o kazanılanı (ne kadar hak edilmiş olduğu veya olmadığı önemli değil) elde tutma çabası, para ve mevki sahiplerini gittikçe canavarlaştırıyor. Bu konuda oldukça Jodie Foster’ın canlandırdığı Delacourt’un, naif tutumu karşısında Elysium’un başkanına söyledikleri manidar. Zaten başkanın da tavrı sadece vicdan rahatlatmaktan başka bir şey değil. Dolayısıyla “güç” ve “ayrıcalık” denilen kavramların insanı nasıl ele geçirdiğine dair tespitler aslında hepimizin malumu. Çünkü Elysium dünya dışında konumlandırılan bir uydu kent olsa da her gün her yerde yeni Elysium’lar dikiliveriyor. Belki adına lüks siteler diyoruz, belki yaşam kalitesi yüksek kentler diyoruz; ne dersek diyelim gerçek değişmiyor. Güç ve para (ki biri diğerini getiriyor) Elysium’lar yarattıkça bu çemberin dışında kalanları zorlu yaşam şartları her geçen gün öldürüyor.

Filmin genel ekonomik okumaları dışında özelde el attığı sağlık sektörüne dair okumaları ve tespitleri de can acıtıcı. Ayrıcalıklı olanların her türlü hastalığı iyileştirme hakkı ellerinde bulunurken bunu ötekileştiren dünyalılardan sakınmaları, dünyayı her türlü hastalığın ve pisliğin cirit attığı mekân olmaya doğru itiyor. Zaten distopik filmlerin genel çizgileri içinde yer alan bir yeraltılaştırılma mekanı olarak bu kez dünyanın kendisi çıkıyor karşımıza. Dünya kendi başına bir yeraltı konumunda.

Aslında her şeyin çözümü basit: Eşit paylaşım. Dünya, Elysium’un arka bahçesi değil; kenar mahallelerin lüks sitelerin arka bahçesi olmadığı gibi.

24 Nisan 2013 Çarşamba

Emek Yerinde Güzel



Şimdiye kadar çok yazı yazıldı, konuşuldu; ne için? Görmek istemeyenler görmüyor, duymak istemeyenler duymuyor! Olsun varsın, Emek'e, hepimizin emeğine sahip çıkıyoruz ve her daim çıkacağız. Kendi adıma yazılı basında 2010 yılından bu yana çeşitli mecralarda Emek için yazılar yazıyorum, konuşuyorum ve hâl böyle iken yazmaya da devam edeceğim. En azından konuşmak, yazmak istediğimiz her konu Emek'e dokunmadan başlamıyor ve bitmiyor. Çünkü Emek bize çok dokunuyor. Hayallerimize, düşüncelerimize, hislerimize yön veren sinemanın adı oluyor Emek bizim için. Sadece bir sinema salonu olmaktan çok daha derin anlamlar içeriyor.

Bırakın bir kültür mecramız olsun Emek, sinametek olsun. En çok Emek'e yakışır sinematek olmak. İstanbul'un en eski sineması olarak yaşamını sürdürüyordu Emek, 2009'da kapısına kilit vurulana dek. Ona yakışan bir gidişat değil bu olup bitenler ve olduya bittiye getirilenler. Belki bazılar için "light bir sorun" belki "uğraşmaya değmez, yıkıldı gitti" (bunlar hep duyduğumuz eleştiri(!)ler) ama her yere hükmeden zihniyete de bir karşı çıkış Emek! Sahip çık Emek'ine. Çünkü "Emek olmadan 'emek' olmaz"

2 Mart 2013 Cumartesi

Kurgu Hayatlar



Kurgulanmış hayatlar her daim ilgi çeker. Modern insanın roman okuma tutukusu belki de bundan ileri gelir. Değil mi ki romanlar, merak ettiğimiz hayatların kapılarını aralamamızı, o kapıdan içeri adım atmamızı ve biz olmayan ama bizden olan ya da öyle olduğunu varsaydığımız duyguları içselleştirmemizi sağlarlar. Tabiî roman burada sadece bir örnek. Kurgu her daim ilgi çeker. İster bir sinema filmi, ister dizi... Kurgulanmış olan yeniden kurgular hayatı ve onun gibi olmaya başlar artık her şey.

Yine roman bahsine döneceğim ama oradan ilişki kurmak istediğimden bu yaklaşımım. Romanın ilk evreleri, bizim için Tanzimat’ın şekillendirdiği yeni dönem edebiyat. İlk zamanlarda çeviri yoluyla edebiyatımıza giren roman, toplum iyice şekillendikten ve kendi ortamını yarattıktan sonra macerasına “kendisi” olarak devam ediyor. Az mı hırpalanıyor, az mı yasaklanıyor? Kadınların roman okumalarının yasaklandığı dönemler dahi var. Şöyle bir fikir doğuyor o zamanlardan: Roman hayatın içinden olanı yeniden kurgulayıp anlatıyor ya bize, acaba roman okuyucusu artıp, tür kendine iyice yer açtıkça yeni insanı mı kurgulamaya başlıyor? Daha basitleştirebiliriz soruyu: Romanda anlatılan x, toplumun içinden çıkan bir kurgu mu yoksa roman, x’i topluma mı kazandırıyor? Bunu tüm eserlere yöneltebiliriz aslında. Hani diyorlar ya “Biz ülke gündemini anlatıyoruz, olan biteni söylüyoruz.” Acaba onlar öyle anlattığı için mi anlatılanlar normalize edilmeye başlanıyor toplumda? Bu soru biraz yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan gibi bir döngü içine sürükleyecektir elbet bizi. Dolayısıyla hangi tarafından tutarsak tutalım meseleyi, hep bir açık kalacak; sorular biri diğerini tamamlamadan yanıtlanamayacaktır.

Televizyonlarımızda resmen hayatlarımızdan çalan süreleriyle diziler başrol oynuyor. Bir süre önce türetilen ve pek de güzel bir slogan olan “yerli diziler yersiz uzun” ifadesi her gün bir kez daha hatırlatıyor kendini. Üstelik her biri belki çok değerli işler olabilecekken prime time’da tek dizi yayınlama mantığıyla uzattıkça sündürülen diziler sinir harbi bile yaşatabiliyor izleyene. Kızsak da, farkında olsak da izlemeye devam ettiğimiz diziler var elbette. İzliyor olmamız demek koşulsuzca anlatılanlara katlanıyoruz manasına da gelmemeli. Gerek uyarlama olsun, gerek yabancı dizilerden “görünür” adaptasyon veya “hissedilir” benzerlikler üzerine kurulsun, gün geçtikçe kısırlaşan bir oyunculuk ve konu sıkıntısı da yaşanmıyor değil. Yukarıda da dediğim gibi ilginç olabilecek projelerin sündürüldükçe tadını yitirmesi ayrı bir konu, biz bugün bazı yaklaşımlardan bahsedelim.

Geçtiğimiz sezonun flaş dizilerinden Öyle Bir Geçer Zaman ki ikinci yılında bir düşüş yaşamış hatta diziden Ali Kaptan ve evin kızlarından Aylin ayrılmıştı hatırlarsınız. Aynı siz, Ali Kaptan’ın birinci sezonda karısı Cemile’ye neler yaptığını da hatırlıyorsunuzdur. Öyle hızlı ve baş döndürücü bir şekilde (dizinin adına belki de en uygun değişme buydu) aklanma operasyonuna girildi ki Ali Kaptan için, neredeyse “üzülmemizi bile diliyorlar” diyesimiz geldi. Oysaki o değil miydi Cemile’ye tecavüz eden? Ama tecavüz vak’alarının bile normalize edildiği toprakların çocukları değil miydik biz! Sözü iki sezon öncesinden niye açtığımı bu sezonun Dilâ Hanım’ını izleyenler belki anlayacaklardır. Dilâ Hanım’ın bir bölümünde rastladığım ve hayretler içinde kaldığım adını “aşk” diye koydukları ve hunharca resmettikleri bir tabloyla karşılaştı benim gibi o gün izleyenler. Rıza Bey elini kolunu bağladığı Dilâ’yı “aşk” adına, “aşk” uğruna çekerek bir yerlere götürüyordu. Sonrasında nereye gittikleri, ne yaptıkları zerre önemli değil zaten o sahneden sonra. (Kaldı ki Dilâ’yı bir yere kapatması, ona iş emretmesi, geçen zaman, yaşanan sürreal olaylar yeterince mide bulandırıcıydı) Şimdi bir dizinin bunu göstermesi, böyle bir senaryo kurgulaması, bu görüntüleri vermeyi tercih etmesi –belki- normal olabilir. Ancak bunu “aşk” olarak sunmasının neresi normal olarak karşılanabilir! Her gün şiddetin –gerek fiziksel, gerek psikolojik- bin bir türlüsüne şahit olduğumuz bu topraklarda kadına duyulan aşkın tablosu bu mudur? Belki budur, belki dizi var olanı gösteriyordur. Ancak bunu kabullenmek ve bunun resmen “güzelleme”sini yapmak normal midir? Durmadan çekilen silahlar, birbirine bağıran insanlar, konuşmayı bile bilmeyen doğrudan kavgaya dalan tiplemeler. Acı satar, seks, kadın satar diye diye çıkılan bu yolculukta insanlığın yolda kaldığı noktayı çoktan gerilerde bıraktık.

Sanatın var olanı gösterme hali tabiî ki her daim bâkidir. Ancak sanatın dönüştürme gücü de unutulmamalıdır. Daha iyisini kurgulamak, daha olurunu anlatır kılmak bu kadar zor mudur? “Halk bunu istiyor” dayatmasının başrolündeki halk nerededir? Sanırım o halk, anlatılanları görüp, iç geçirip “ne güzel aşk değil mi?” denen noktada yok olmuş, yitip gitmiştir. Var olanın dışında da kurgulanan, güzellenen ve tepside sunulanın içinde kaybolmaktadır. Kurgu yaşamlara kapıdan bakıp izleyici konumundayken çarçabuk anlatılanları içselleştirmiş ve ertesi güne öyle başlamıştır. Ondan değil midir etrafta onca Polat Alemdar, Kuzey, Cemile, Ali Kaptan... vs dolaşmaktadır. Erkekliğin kitabını yazdığını iddia edenlerden sonra nice aşk, kadın, evlilik, inanç, aile vs kitabı daha yazılmış ve toplumun damarlarında dolaşmaya başlamıştır kim bilir. Bildiğimiz veya sorduğumuz şudur: Kurgulanana aşkımız bitmedikçe daha kaç değeri bize kurgulayacaklar ve bizi “o”na dönüştürecekler?

Yılın ilk ayı rapor 1



Tamam şubatı da geçtik, marta geldik ama ben bu yıl için aylık rapor / karne yazmayı uygun görmüştüm; biraz geç gelerek başlayabilirim diye düşündüm. Şubat zaten fazla verimli geçmedi, yıllık rapor da zayıf çıkacak zannımca çünkü günde üç filmlik çizelgem iyice düşüşte. Hatta aşağıda görüleceği üzere 31 günlük şubat ayına 23 film sığdırabilmişim. Ama ne!! Bazı filmler üç filmlik saat hakkı kullandıklarından biz bunları üç film üzerinden hesaplarsak? ıhıhhh, yine olmuyor; hesap tutmuyor. Neyse, artık önümüzdeki maçlara bakacağız. Listeye gelelim şimdi:

Letter from an Unknown Woman (1948)********

Yıla başlamanın en güzel tarafıydı benim için. İyi ki yılın ilk filmi olarak yenilerden birini seçmemişim. (Zaten ikinci izlediğim film iyice burnumdan getirdi, iyi ki onu ilk sırada izlememişim)Yıllar öncesine ait, adı fazlaca duyulmamış bu film, Max Ophüls'un filmi. Yani anlayacağınız gömülü bir hazine. Yönetmenin iflah olmaz bir romantizmle bezediği bu güzel film, ne varsa eskilerde var dedirtiyor insana.


Argo ***

Geçtiğimiz pazar günü bu yılın en iyi filmi seçilen Argo, izlediğinizde (veya izlemişseniz) vasat bir iş olduğunu bangır bangır bağırıyor. Hakkında çıkan birkaç dedikodu da ne menem bir düşüncenin ürünü olduğunu ortaya koyuyor. Ben Affleck'e bu üçüncü filmiyle "usta" diyenleri de ayrıca saygıyla (!!) selamlıyor, onları tarihin utanç kaynakları arasına koyuyorum. Sırf CIA'in ne kadar zeki, kıvrak beyinlere sahip olduğunu ispat amacıyla çekilmiş gibi duran ve şiddet göstermese de karşısındakini küçük düşürerek zaten istediğini elde eden bir duruşa sahip olan Argo'yu Amerikalıların sevmesini anlarım da diğer ülkelerden destek görmesini veya beğenilmesini anlayamam işte. Bu bir filmden öte bir zihniyetin benimsetilmesi izleyiciye ne yazık ki. O yüzden film dinamikleri açısından değerlendirmek bile gerekse yine de sarkan dakikaları ve içi doldurulmaya çalışılmış senaryosuyla nasıl bu kadar ödülü kaldırabilmiş şaşamıyorum bile artık. Diyorum ya Oscar'ı anlarım da işte gerisi..........

Et Maintenant On Va Ou (Where Do We Go Now) *******

Bayağı bir zamandır izlemek istediğim bir filmi Peki Şimdi Nereye? Güzel kadın Nadine Labaki'nin o güzel bakışından çıkan film, kadınların savaşa karşı duruşunu çok eğlenceli (artık ne kadar eğlenceli olabilirse) anlatıyor izleyiciye. İzleyenlerin mutlaka beğeneceği filmi şiddetle öneriyorum.

Le ballon rouge (1956) ********

Aslında kısa bir film bu! Ancak uzun metrajlara taş çıkartacak bir yapıya da sahip. Senaryosunun incelikleri, görüntülerini güzelliği ve bir çocuğun naifliği bir araya gelince böylesi güzel işler çıkıyor ortaya.

Beasts of The Southern Wild ********

Bu yılın en güzel işlerinden Düşler Diyarı. Buradan (http://www.tersninja.com/bu-hafta-vizyona-giren-filmler-11-ocak-2013) film hakkındaki tafsilatıma ulaşabilirsiniz. Çok sevdiğimi eklemekle yetineceğim.

The Impossible****

Ödül sezonu adı geçen filmler, performansları izleme ve açığı kapatma maratonu kontenjanından izlemiştim bunu. Tabiî ki ortada etkileyici bir hikâye var. Tsunaminin ardından meydana gelen felaketi anlatırmış gibi yapan bir filmin dekoru, fonu etkileyici olacaktır pek tabiî. Ancak filmin amacı bu felaketi anlatmak değil, orada tatil için bulunan Batılı bir ailenin acılarına odaklanmak sadece. Orda milletin ülkesi gitmiş, ne gam! Aman beyaz adama bir şey olmasın, aman o üzülmesin. Yerli halkın sadece fon olduğu, kendi ülkelerinde figüran oldukları filmde onların çekebileceği sıkıntılar, geçirdikleri felaket sadece bir ayrıntıdan ibaret.

Flight****

İşte yılın fiyasko filmlerinden biri. Aldığı senaryo adaylığı da şaka gibi. Anlatmaya soyunduğu hikâye elbette ki fikir olarak etkileyici, bundan çok iyi film çıkar düşüncesi mutlaka geçmiştir hepimizin aklından. Ancak anlatış şekli? Filme hiçbir katkısı olmayan yan öyküler, sadece Denzel Washington üzerine dönen bir filmde, bir karikatür gibi oradan oraya savruluyor. Hele ki filmin gidişatında hiçbir olumlu / olumsuz değişikliğe sebep olmayan "din" güzellemesi de neyin nesi? Ha desem ki adam dine döndü, karakter değişimini bu fikir üzerinden tamamladı, tamam! Ancak böyle bir şey de yok. O komedi çifte ne gerek vardı allasen?? (İkinci pilot ve karısının hastane odasındaki şovundan bahsediyorum)

Django Unchained *********

Geçtiğimiz yılın en iyilerinden Django. Belki çoğu kişi için Tarantino'nun zayıf işlerinden biri sayılabilir ancak onca saçmalık arasında güneş gibi parlıyor vesselam.

Wreck it Ralph******
Anna Karenina (1935)*******
Killing Them Softly******
Les Miserables****

Olmadı olamadı, Russell Crowe denen o kazulet ve bet sesli adamla maalesef film komediye dönüştü. Sevmedim, sevemedim. Fazla da abartmak istemiyorum ama her şeyi şarkıyla anlatmak ne be?

Seven Psychopats*****

Nobody Walks**

10 Years***

Killer of Sheep******

The Perks of Being A Wallflower*******

Anlattığı konunun ağırlığına rağmen çok şeker bir film bu. Chobsky'nin ilk filmi mi değil mi çok tartışıldı ancak Indie'lerde ilk film olarak yer aldı hatta ödül de aldı. Üç güzel performansla yılın en iyi oyunculuklarından örnekler de görmüş olduk, daha n'olsun :)

Killer Joe******

Uzun Hikâye*****

Arbitrage*****

Jeux Interdits (1952) *********

Bu filmse diğerleri ne? René Clément'in bu şahane yapıtı, uzun zamandır beni etkileyen, kanımı durduran, kalbimi çarptıran, beni ağlatan tek film. Şimdi yazarken bile etkisini hissediyorum. İki küçük çocuğun dostluğunu anlatırken, hayata lanet ettiren, gerçekliğe sövdüren, tüm umutları al aşağı eden bu film, herkesin izlemesi gereken filmlerden. Ama ne çare ki yıllar önce TRT bu filmi verirken gelen itiraz telefonları yüzünden yayından kaldırıldığını öğrendiğimden bu yana herkesin izlemesi gerekliliği üzerinde soru işaretleri dolaşıyor. En azından insanlıktan nasibini alabilenler izlesin diyeyim.

Zero Dark Thirty******

Şimdi Argo'nun savunduklarını, geri planını vs beğenmediyseniz bu Zero'ya da uzak yaklaşmanız olasıdır, bunu anlarım. Ya da şöyle diyeyim, ele aldığı kurum açısından zaten yansız işler yapılamayacağını düşünüyorsanız ZDT'nin anlattıklarına "yanlı" demeniz de olası. Ancak Argo'yu savunup şu filmi yerden yere vurmayı anlayamam işte! Yönetmeni Bigelow olduğundan kelli zaten direkt bir önyargı kurbanı olan Zero, Argo'nun cilaladıklarının altındakileri göstermesi dolayısıyla bile ondan daha ötede, daha samimi bir film. (Savunduğumdan değil, en azından gerçekçiliğinden ötürü söylüyorum bunu) Zaten filme devlet kanalından bile saldırılmasının başka bir nedeni olabilir mi? Devlet eliyle ödüllendirillen Argo mu samimi, işkenceyi reddeden CIA'nin dışladığı Zero mu? Film estetiği açısından da düşündüğümüzde Zero'daki işçilik Argo'nun ötesinde. Ancak işkence gösteriyor diye işkenceyi yüceltiyor konumuna gelen Zero'nun "işkenceyi savunuyor" argümanı izleyenlerin bakışına göre de değişiyor.

The Paperboy****

22 Şubat 2013 Cuma

Gönlümün Oscar'ı Sana...



Aslında nicesi aday olmalıydı, nicesi olmamalıydı vs sohbeti yapılır da elde olan malzeme bu deyip adaylar üzerinden kimleri seçerdim muhabbeti sonuçları şöyle:

FİLM
Amour
Argo
Beasts of the Southern Wild
Django Unchained
Les Miserables
Life of Pi
Lincoln
Silver Linings Playbook
Zero Dark Thirty

Bu yıl aday olan filmler içinde en beğendiğim iki film Django Unchained ve Amour. Ancak Django'yu daha yaratıcı ve daha sinematik bulduğumdan ödülü ona verirdim uzak ara. Ancak ikinci tercihimi de belli etmiş oluyorum değil mi? :)

YÖNETMEN
Michael Haneke
Benh Zeitlin
Ang Lee
Steven Spielberg
David O. Russell

Şimdi bu listede Haneke varsa gerisi teferruattır. Yani böyle bir imkanı ele geçirmişken Haneke'nin ismini okuma fırsatı doğmuşken başkasını gözüm görmezdi vallahi. Ardından gelecek kişi de hiç şüphe yok benim için Benh Zeitlin'dir. O listeye girmesi bile yeter ikinci adamım olması için. Onu izleyin anacım.

ERKEK OYUNCU
Bradley Cooper
Daniel Day-Lewis
Hugh Jackman
Joaquin Phoenix
Denzel Washington

Buradaki her aktör kendi içinde çok değerli performanslar sergilemiştir şimdiye kadar -Cooper hariç- Cooper'ın bu beklenmedik süpriz performansı aslında ödül almasına bile şaşırtmayacak denli iyi. Ancak orada olan bazı isimlerin yanında Cooper'ın performansını ödüllendirmek fazlaca sevgi işi. Daniel Day-Lewis'in yeterince Oscar aldığını ve onun oyuncu olmaktan çok bir ders niteliğinde sergilenmesi gerektiğini düşündüğümden onu yarış dışı bırakıyor (Aslında Lincoln'deki performansı filmografisi içinde çokça parlamayacak bir rol) Benim gönül Oscarım Joaquin Phoenix'e. Hem adamı seviyorum hem de bu yılın en iyi işlerinden birini çıkardı. İkinci tercihim Jackman olurdu.

KADIN OYUNCU
Jessica Chastain
Jennifer Lawrence
Emmanuelle Riva
Quvenzhane Wallis
Naomi Watts

Valla Chastain'den ötesi yalan geliyor bana burada. Tamam Lawrence çok övüldü ancak daha çok küçüksün be çocuğum, geç şimdilik. Biliyorum yaş meselesi ödülü savunmada vs geçerli olmamalı ama öyle şimdilik. Jessica Chastain maalesef Zero'nun maruz kaldığı saçma salak eleştiriler yüzünden ivme kaybetti ama hiç belli olmaz. İkinci tercihim Riva :)

YARDIMCI ERKEK OYUNCU
Alan Arkin
Robert De Niro
Philip Seymour Hoffman
Tommy Lee Jones
Christoph Waltz

Waltz harika bir aktör. Daha yeni Oscarlandı (fiil de iyiymiş he) Ama onun bu kategoriden çıkmasını isterdim doğrusu. Alan Arkin şaka gibi, Tommy Lee Lincoln'un en izlenebilir sebebi, Hoffman muhteşem bir oyuncu, de Niro tam sevilmelik ancak ödülüm Waltz'a

YARDIMCI KADIN OYUNCU
Amy Adams
Sally Field
Anne Hathaway
Helen Hunt
Jacki Weaver

Tek nedeni: Sevgi...

ÖZGÜN SENARYO
Amour
Django Unchained
Flight
Moonrise Kingdom
Zero Dark Thirty

Moonrise Kingdom çok çok erken gösterime girmesine rağmen (ödül sezonu için epey uzaklarda kaldı gösterim tarihi) yine de harika bir senaryoya sahip olduğunu unutturmadı bizlere. Burada tercihim Kingdom olmasa kesinlikle Django olurdu.

UYARLAMA SENARYO
Argo
Beasts of the Southern Wild
Life of Pi
Lincoln
Silver Linings Playbook

Ben bu ödülü paylaştırmak istiyorum. Birine hem hüzünbaz hem düşsel hem de gerçekle paralel gidebildiği için veriyorum ödülü. Diğerine de bu yılın en iyi toplu performansını bize izlettiği için. Diyaloglar çok iyi, sarkan hiçbir tarafı yok SLP'nin.

Gerisi için yorum yazmaya üşendim, listenin devamı huzurlarınızda :)

KURGU
Argo
Life of Pi
Lincoln
Silver Linings Playbook
Zero Dark Thirty

GÖRÜNTÜ YÖNETİMİ
Anna Karenina
Django Unchained
Life of Pi
Lincoln
Skyfall

PRODÜKSİYON TASARIMI
Anna Karenina
The Hobbit: An Unexpected Journey
Les Miserables
Life of Pi
Lincoln

KOSTÜM TASARIMI
Anna Karenina
Les Miserables
Lincoln
Mirror Mirror
Snow White and the Huntsman

ÖZGÜN MÜZİK
Anna Karenina
Argo
Life of Pi
Lincoln
Skyfall

ÖZGÜN ŞARKI
Before My Time
Everybody Needs a Best Friend
Pi's Lullaby
Skyfall
Suddenly

SES KURGUSU
Argo
Django Unchained
Life of Pi
Skyfall
Zero Dark Thirty

SES MİKSAJI
Argo
Les Miserables
Life of Pi
Lincoln
Skyfall

MAKYAJ & SAÇ TASARIMI
Hitchcock
The Hobbit: An Unexpected Journey
Les Miserables

GÖRSEL EFEKT
The Avengers
The Hobbit: An Unexpected Journey
Life of Pi
Prometheus
Snow White and the Huntsman

YABANCI FİLM
Amour
Kon-Tiki
No
A Royal Affair
War Witch

ANİMASYON
Brave
Frankenweenie
ParaNorman
The Pirates! Band of Misfits
Wreck-It Ralph

BELGESEL
5 Broken Cameras
The Gatekeepers
How to Survive a Plague
The Invisible War
Searching for Sugar Man

26 Ocak 2013 Cumartesi

SAG'a Bir Gün Kala




SAG (Srceen Actors Guild) 1963 yılından bu yana ödül dağıtıyor. Ancak 1995’e kadar sadece “Yaşam Boyu Başarı” ödülünü bir veya iki oyuncuya veriyorlardı. 1995’ten bu yana ise televizyon ve sinema dallarını kendi aralarında kategorilere ayırarak ödüllendirmeye başladılar oyuncuları. SAG ödüllerinin Oscar açısından en büyük kıymeti, Akademi üyelerinin çoğunluğunun oyunculardan oluşması ve olası Oscar ödülünün de habercisi olarak yorumlamamız bu ödülleri. Yalnız her zaman netice birbirinin aynı olmuyor. Yarın SAG ödülleri dağıtılacak, biz bugün başrol kategorisine bakarak tarihî bir de döküm çıkararak olasılıkları yorumlayalım. Ne de olsa yarın SAG bizi yeniden yönlendirebilir.
Geçtiğimiz yıldan başlayarak 1995’e kadar gidelim de nasıl bir tablo çıkıyor önümüze bir bakalım:

2012
En iyi kadın oyuncu: SAG: Viola Davis(The Help)OSCAR: Meryl Streep (The Iron Lady)
En iyi erkek oyuncu: SAG: Jean Dujarden OSCAR: Jean Dujarden

2011
SAG: Natalie Prtman (Black Swan) OSCAR: Natalie Portman
SAG: Colin Firth (The King’s Speech) OSCAR: Colin Firth

2010
SAG: Sandra Bullock (The Blind Side) OSCAR:Sandra Bullock
SAG: Jeff Bridges (Crazy Heart) OSCAR: Jeff Bridges

2009
SAG:Meryl Streep (Doubt) OSCAR:Kate Winslet (The Reader)*Winslet o yıl Revolutionary Road ile SAG adayıydı)
SAG:Sean Penn (Milk) OSCAR:Sean Penn

2008
SAG:Julie Christe (Away From Her) OSCAR:Marion Cotillard (La môme)
SAG:Daniel Day-Lewis (There will be Blood) OSCAR:Daniel Day-Lewis

2007
SAG: Helen Mirren (The Queen) OSCAR:Helen Mirren
SAG: Forest Whitaker (The Last King of Scotland) OSCAR: Forest Whitaker

2006
SAG:Reese Whiterspoon (Walk The Line) OSCAR:Reese Whiterspoon
SAG:Phillip Seymour Hoffman (Capote) OSCAR:Phillip Seymour Hoffman

2005
SAG:Hilary Swank (Million Dolar Baby) OSCAR:Hilary Swank
SAG:Jamie Fox (Ray) OSCAR: Jamie Fox

2004
SAG:Charlize Theron (Monster) OSCAR:Charlize Theron
SAG:Johnny Depp (Pirates of The Carrabean:The Curse of Black Pearl) OSCAR:Sean Penn (Mystic River)
**Zannımca en şaşırtıcı SAG / OSCAR tercihi bu yıl erkek oyuncuda yaşanmış.

2003
SAG:Renée Zellweger (Chicago) OSCAR:Nicole Kidman (The Hours)
SAG:Daniel Day-Lewis (Gangs of New York)OSCAR:Adrien Brody (The Pianist)
***İşte en şaşırtıcı yıl. Bundan on yıl önceki tercihler epey farklı görüldüğü gibi. Yine Daniel Day-Lewis faktörü ama hatırlatalım 1990'da My Left Foot ile Oscar alan Lewis'e 13 yıl aradan sonra bile ikinci oscarını vermediler. Kaldı ki 2008'de ikinci oscarını alan Lewis için üçüncü bir oscar için çok erken.

2002
SAG:Halle Berry (Monster's Ball) OSCAR:Halle Berry
SAG:Russell Crowe (A Beautiful Mind) OSCAR:Denzel Washington (Training Day)

2001
SAG:Julia Roberts (Erin Brokovich) OSCAR:Julia Roberts
SAG:Benicio del Toro (Traffic) OSCAR:Russell Crowe (Gladiator)
****Hatırlatalım, 2001'de Benicio del Toro aynı rolle Oscar'da yardımcı erkek oyuncu kategorisinde yarıştı ve ödül aldı. Dolayısıyla buradaki fark tamamen yarışa farklı kategorilerde dahil olunması kaynaklı.

2000
SAG:Annette Bening (American Beauty) OSCAR:Hilary Swank (Boys Don't Cry)
SAG:Kevin Spacey (American Beauty) OSCAR:Kevin Spacey

1999
SAG:Gwyneth Paltrow (Shakespeare In Love) OSCAR:Gwyneth Paltrow
SAG:Roberto Benigni (Life is Beautiful) OSCAR:Roberto Benigni
Kişisel görüş: Hilkat garibesi gibi bir ödül yılı

1998
SAG:Helen Hunt (As Good As It Gets) OSCAR:Helen Hunt
SAG:Jack Nicholson (As Good As It Gets) OSCAR: Jack Nicholson

1997
SAG:Francis McDormand (Fargo) OSCAR:Francis McDormand
SAG:Geoffrey Rush (Shine) OSCAR:Geoffrey Rush

1996
SAG:Susan Sarandon (Dead Man's Walking) OSCAR:Susan Sarandon
SAG:Nicolas Cage (Leaving Las Vegas) OSCAR:Nicolas Cage

1995
SAG:Jodie Foster (Nell) OSCAR:Jessica Lange (Blue Sky)
SAG:Tom Hanks (Forrest Gump) OSCAR:Tom Hanks


Görüldüğü gibi 18 yıldır kesişen ödüllendirmelerde erkek oyuncu kategorisinde 14/18, kadın oyuncu kategorisinde 12/18 oran var. Tabiî ki yüksek oranlar bunlar ama illaki tercihlerin aynı olmadığını göstermek adına da iyi ipuçları var listede. Dolayısıyla on yıl önceki farklılığı bu yıl da bekleyebiliriz. Belki tamamen farklı olmayabilir tercihler ancak yarınki olası Daniel Day-Lewis zaferi Oscar için bir garanti değil. Hatta beş yıl arayla üçüncü Oscar'ı Lewis'e vereceklerini düşünmek fazlasıyla zor. Yarın erkek oyuncu kategorisinde ne çıkarsa çıksın (ki olası bir Hugh Jackman zaferi beklenebilir) Oscar'da ibrenin Hugh Jackman'ı gösterdiğini üstüne basa basa söylemek istiyorum. Denzel Washington da zor. Kadınlarda adaylıkları Jennifer Lawrence domine ettiğinden fazlasıyla favori o. Bir de bu yılın adaylarını hatırlayalım:

En İyi Erkek Oyuncu
Bradley Cooper
Daniel Day-Lewis
John Hawkes
Hugh Jackman
Denzel Washington

En İyi Kadın Oyuncu

Jessica Chastain
Marion Cotillard
Jennifer Lawrence
Helen Mirren
Naomi Watts

11 Ocak 2013 Cuma

Adaylar Üzerine / Oscar




Dün Akademi üyelerinin oylarıyla belirlenen Oscar adayları açıklandı biz de artık tahmindi, olacaktı, olmayacaktı heyecanlarından sıyrılıp "aday olmalıydı, niye bu aday oldu şimdi, hangi gerzek buna oy verdi de adaylık aldı, neeaaa o da mı aday?" naraları atmaya başladık. Diyecektim de diyemedim sayın takipçi. Akademi öyle bir falsolu vuruş yaptı ki doksandan kaleyi gördü sanırım. Değme eleştirmen birlik ödüllerine taş çıkarttılar valla o kadarını diyeyim.

Takipteyseniz bilirsiniz ki eylül ayından bu yana tatlı bir deliliğin içindeyiz. Oscar muhabbetlerinin vazgeçilmez durağı theoscarboy.com çatısı altında on dört blogger olarak oscar adaylarını tahmin süreci geçirdik. İlk tahminlerimizden son tahminlerimize ne filmler yer değiştirdi, ne güncellemeler yapıldı ve nihayet biz de dün nihayete erdirdik bu süreci. Şimdi benim Gold diggers için gönderdiğim son listeye ve Akademinin seçimlerine bakalım:


EN İYİ FİLM
Zero Dark Thirty
Lincoln
Silver Linings Playbook
Argo
Beasts of The Southern Wild
Life of Pi
Les Miserables
Django Unchained
The Master
(Akademi Amour dedi)

Burada yanıldığım tek film The Master oldu. Aslında başlarda tepelere yerleştirdiğimiz The Master gittikçe kan kaybetti ve süreç sonucunda dışarıda kalacağı belli olmuştu. Neyse efendim Paul Thomas Anderson pek sevdiğim bir yönetmen, ona kıyağıma Akademi ters tepki vererek yürü git dedi ve Amour benim tahminlerimde -1 olarak yerini aldı. Oysa valla Amour'un da listeye girebileceğini hatta Haneke'nin yönetmenlik dalına göz dikebileceği aklımdan geçiyordu. Yazsaydım ya, elimi korkak alıştırmasaydım. Ama dur sayın okuyucu, elimi korkak alıştırmadığımı birazdan fark edeceksin!!


EN İYİ YÖNETMEN
Kathryn Bigelow (Zero Dark Thirty)- Akademi dışladı
Steven Spielberg (Lincoln)- Bu adama âşıklar daha ne diyeyim. Geçen yıl War Horse denen bir ŞEY en iyi filme aday olmuştu hatırlayın.
Ang Lee (Life of Pie)- Daha ilk tahminlerimde bile Ang Lee'yi bıkmadan usanmadan yazdım, şahitlerim var.
Ben Affleck (Argo)- Sevgili Affleck, bu daldan siktiri aldığın için öyle mesudum ki dün Critics Choice ödülünü alman zerre umurumda olmadı.

Benh Zeitlin (Beasts of The Southern Wild)
- İşte benim zaferim!! Zeitlin'i Beasts of Southern Wild'ı izledikten sonra, mutlaka olsun, olmalı, lütfen lütfen edalarıyla listeme koydum. Yok artık dediniz, biraz uçtun dediniz ama bakın n'oldu efendiler hehe... Kabul ediyorum ben de riskli olduğunu biliyordum yazarken. Ama RİKS budur dedim. Gönül hesabı yazdığım tek isim Zeitlin'di. Yoksa süreci takip edenler zaten adaylıkların matematik işi olduğunu bilir. Gerçi bu yıl yanılma payımız büyük oldu ama olsundu, artık süpriz olsundu.


EN İYİ ERKEK OYUNCU
Daniel Day Lewis (Lincoln)
Bradley Cooper (SLP)
John Hawkes (The Sessions)
** (yanılgım Hugh Jackman)
Denzel Washington (Flight)
Joaquin Phoenix (The Master)


Burada tek yanıldım John Hawkes oldu. Oysaki hemen hemen emindim adını duyacağımıza. Çoğu kişi Joaquin Phoenix'in yarış dışı kalacağını söyledi, SAG da adamı dışladı. Ancak ben hiç tereddüt etmedim onun adaylığında. Yalnız Hugh Jackman'ı da listeye koyuyordum da kimi atayım bu listeden diye düşünüp son zamanlarda geri adım attım. Erkek oyuncu adaylıkları epey zor bu sene. Daniel my dear, tabiî ki aday ve onun aday olduğu yerde başka birine oy vermek "taş olursunnn taşşş"

EN İYİ KADIN OYUNCU
Jennifer Lawrence (Silver Linings Playbook)
Jessica Chastain (Zero Dark Thirty)
Naomi Watts (The Impossible)
Quvenzhané Wallis (Beasts of The Southern Wild)
Emanuelle Riva (Amour)


Tamamen tutturduğum bir dal. Beasts'e olan inancım burada da boş çıkmadı ve küçük velet aday oldu. İki Fransız'dan Cottilard mı Riva mı derken Riva bende baskın çıktı demek oylar da ona gitmiş. Kadının doğum günüymüş bir de 24 Şubat (ödüllerin dağıtılacağı gün) Vay anasını sayın seyirciler, bedava reklam ve müthiş bir baskı. Hak eder mi ödülü, eder tabiî. Aday olması bile mucizeye yakın bir şeyken ödülü niye kapmasın? Son sözüm Watts'a. Var ya yata yata adaylık kaptın kadın! Oynadığın film Batılı bir ailenin acitasyon öyküsüne dönüşüverdi ya, o tsunamide ülkesi yara alan insanlar değil de sizdiniz çünkü önemli. Bir kendini üstün ırk görmeler falan. Herkes pis siz temiz, herkes kötü siz iyi değil mi? Ama hikâye gerçek ya, daha filmi izlemeden bile bu kapar adaylık deyiverdik.

EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU
Tommy Lee Jones (Lincoln)
Robert De Niro (Silver Linings Playbook)
Phillip S. Hoffman (The Master)
Alan Arkin (Argo)
Christopher Waltz (Django Unchained)


Yine Akademiyle tümüyle ortak olduğum bir dal. Çok sıkıcı bir dal bu. Alan Arkin hayatımda gördüğüm en pasif rolle aday. Robert de Niro bağıra çağıra aday oldu. Tommy amcayı henüz izlemedim. Hoffman diyorum burada çünkü The Master'a oyunculuktan bir ödül çıkacak orası kesin.

EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU
Sally Field (Lincoln)
Anne Hathaway (Les Miserables)
Helen Hunt (The Sessions)
Amy Adams (The Master)
Maggie Smith (The Best Exotic Marigold Hotel)
** (yanılgım Jackie Weaver)

Maggie sevgimden midir nedir, kadını en olmayacak filmde aday olacak diye endişelendiğim halde, listeme koydum. Ama oradan da Jackie fırlayarak bana günümü gösterdi. Silver Linings sevgisi ne menem bir şeymiş be kardeşim. Seve seve bir hal oldular filmi.

ÖZGÜN SENARYO:
Moonrise Kingdom
Zero Dark Thirty
Django Unchained
The Master
(The Master'ı yine şutlandı, Looper'ı da istenmedi Amour ve Flight geldi.)
Looper

Yeminlen nefret ediyorum senden Looper. Yazmayacaktım ulan seni, benim adayım Amour'du. Niye kandım Bruce Willis'lere gelesin e mi Looper!!

UYARLAMA SENARYO:
Lincoln
Argo
Silver Linings Playbook
Life of Pi
Beasts of The Southern Wild


Burada da falso yok. Bu adaylıkları da kayıpsız kapatmışız.

Netice: 7 farkla benim tahminlerime karşı Akademinin tahminlerini okudunuz, şimdi söyleyin bakalım; süprizler hoş değil mi? Geçtiğimiz yıllardan farkı da bu oldu zaten. Şaşırttı ve sevindirdi adaylıklar. Spielberg'in film çekmediği ve dolayısıyla aday olmadığı (çünkü adam yerdeki otları çekse aday edecekler) yılları gördüğümüz Oscar sohbetleri diliyorum hepimize.

6 Ocak 2013 Pazar

Az Biraz Daha Oscar

Bayağı uzun zaman önce ilk tahminlerimi yazmıştım bloga ama aradan ne adaylıklar ne ödüller geldi geçti. Zaten bu hafta da adaylar nihayet açıklanıyor. Ben de birkaç dal daha ekleyip adaylık alabilecek yapımları ve kişileri sıralamak istedim. Bakalım kaçta kaç tutturacağım, perşembeden sonra ona da bakarız.
Teknik dallarda hiçbir zaman tahmin yürütmek istemiyorum, ilgi alanım değil. Çok zorlasam buraya ancak Kurgu, Sİnematografi dallarını ekleyebilirim onu da canım istemedi. Yoksa ses miksajı, efekt vs benim işim değil diyorum ve naçizane (hiç de öyle değil aslında adamakıllı da iddialı) adaylarımı sıralıyorum:




EN İYİ FİLM
1. Zero Dark Thirty
2. Lincoln
3. Silver Linings Playbook
4. Argo
5. Beasts of The Southern Wild
6. Life of Pi
7. Les Miserables
8. Django Unchained
9. The Master




EN İYİ YÖNETMEN
1. Kathryn Bigelow (Zero Dark Thirty)
2. Steven Spielberg (Lincoln)
3. Ang Lee (Life of Pie)
4. Ben Affleck (Argo)
5. David O. Russell (SLP) / Benh Zeitlin (Beasts of The Southern Wild)





EN İYİ ERKEK OYUNCU
1. Daniel Day Lewis (Lincoln)
2. Bradley Cooper (SLP)
3. John Hawkes (The Sessions)
4. Hugh Jackman (Les Miserables) Denzel Washington (Flight)
5. Joaquin Phoenix (The Masters)



EN İYİ KADIN OYUNCU
1. Jennifer Lawrence (Silver Linings Playbook)
2. Jessica Chastain (Zero Dark Thirty)
3. Naomi Watts (The Impossible)
4. Quvenzhané Wallis (Beasts of The Southern Wild)
5. Emanuelle Riva (Amour)




EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU
1. Tommy Lee Jones (Lincoln)
2. Robert De Niro (Silver Linings Playbook)
3. Phillip S. Hoffman (The Master)
4. Alan Arkin (Argo)
5. Christoph Waltz (Django Unchained)




EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU
1. Sally Field (Lincoln)
2. Anne Hathaway (Les Miserables)
3. Helen Hunt (The Sessions)
4. Amy Adams (The Master)
5. Maggie Smith (The Best Exotic Marigold Hotel)





ÖZGÜN SENARYO:
1. Moonrise Kingdom
2. Zero Dark Thirty
3. Django Unchained
4. The Master / Amour
5. Looper




UYARLAMA SENARYO:
1. Lincoln
2. Argo
3. Silver Linings Playbook
4. Life of Pi
5. Beasts of The Southern Wild




En İyi Animasyon
1.Wreck-It Ralph
2.Frankenweenie
3.Brave
4.ParaNorman
5.Rise of the Guardians

belki olsa ne iyi olur: It’s Such A Beautiful Day



En İyi Yabancı Film:
1.Amour (Avusturya)
2.The Intouchables (Fransa)
3.A Royal Affair (Danimarka)
4.No (Şili)
5.War Witch (Kanada)




En İyi Belgesel:
1. Searching For Sugar Man
2. The Gatekeepers
3. The Invisible War
4. How To Survive a Plague
5. The Imposter / This In Not A Film