2 Mart 2013 Cumartesi

Yılın ilk ayı rapor 1



Tamam şubatı da geçtik, marta geldik ama ben bu yıl için aylık rapor / karne yazmayı uygun görmüştüm; biraz geç gelerek başlayabilirim diye düşündüm. Şubat zaten fazla verimli geçmedi, yıllık rapor da zayıf çıkacak zannımca çünkü günde üç filmlik çizelgem iyice düşüşte. Hatta aşağıda görüleceği üzere 31 günlük şubat ayına 23 film sığdırabilmişim. Ama ne!! Bazı filmler üç filmlik saat hakkı kullandıklarından biz bunları üç film üzerinden hesaplarsak? ıhıhhh, yine olmuyor; hesap tutmuyor. Neyse, artık önümüzdeki maçlara bakacağız. Listeye gelelim şimdi:

Letter from an Unknown Woman (1948)********

Yıla başlamanın en güzel tarafıydı benim için. İyi ki yılın ilk filmi olarak yenilerden birini seçmemişim. (Zaten ikinci izlediğim film iyice burnumdan getirdi, iyi ki onu ilk sırada izlememişim)Yıllar öncesine ait, adı fazlaca duyulmamış bu film, Max Ophüls'un filmi. Yani anlayacağınız gömülü bir hazine. Yönetmenin iflah olmaz bir romantizmle bezediği bu güzel film, ne varsa eskilerde var dedirtiyor insana.


Argo ***

Geçtiğimiz pazar günü bu yılın en iyi filmi seçilen Argo, izlediğinizde (veya izlemişseniz) vasat bir iş olduğunu bangır bangır bağırıyor. Hakkında çıkan birkaç dedikodu da ne menem bir düşüncenin ürünü olduğunu ortaya koyuyor. Ben Affleck'e bu üçüncü filmiyle "usta" diyenleri de ayrıca saygıyla (!!) selamlıyor, onları tarihin utanç kaynakları arasına koyuyorum. Sırf CIA'in ne kadar zeki, kıvrak beyinlere sahip olduğunu ispat amacıyla çekilmiş gibi duran ve şiddet göstermese de karşısındakini küçük düşürerek zaten istediğini elde eden bir duruşa sahip olan Argo'yu Amerikalıların sevmesini anlarım da diğer ülkelerden destek görmesini veya beğenilmesini anlayamam işte. Bu bir filmden öte bir zihniyetin benimsetilmesi izleyiciye ne yazık ki. O yüzden film dinamikleri açısından değerlendirmek bile gerekse yine de sarkan dakikaları ve içi doldurulmaya çalışılmış senaryosuyla nasıl bu kadar ödülü kaldırabilmiş şaşamıyorum bile artık. Diyorum ya Oscar'ı anlarım da işte gerisi..........

Et Maintenant On Va Ou (Where Do We Go Now) *******

Bayağı bir zamandır izlemek istediğim bir filmi Peki Şimdi Nereye? Güzel kadın Nadine Labaki'nin o güzel bakışından çıkan film, kadınların savaşa karşı duruşunu çok eğlenceli (artık ne kadar eğlenceli olabilirse) anlatıyor izleyiciye. İzleyenlerin mutlaka beğeneceği filmi şiddetle öneriyorum.

Le ballon rouge (1956) ********

Aslında kısa bir film bu! Ancak uzun metrajlara taş çıkartacak bir yapıya da sahip. Senaryosunun incelikleri, görüntülerini güzelliği ve bir çocuğun naifliği bir araya gelince böylesi güzel işler çıkıyor ortaya.

Beasts of The Southern Wild ********

Bu yılın en güzel işlerinden Düşler Diyarı. Buradan (http://www.tersninja.com/bu-hafta-vizyona-giren-filmler-11-ocak-2013) film hakkındaki tafsilatıma ulaşabilirsiniz. Çok sevdiğimi eklemekle yetineceğim.

The Impossible****

Ödül sezonu adı geçen filmler, performansları izleme ve açığı kapatma maratonu kontenjanından izlemiştim bunu. Tabiî ki ortada etkileyici bir hikâye var. Tsunaminin ardından meydana gelen felaketi anlatırmış gibi yapan bir filmin dekoru, fonu etkileyici olacaktır pek tabiî. Ancak filmin amacı bu felaketi anlatmak değil, orada tatil için bulunan Batılı bir ailenin acılarına odaklanmak sadece. Orda milletin ülkesi gitmiş, ne gam! Aman beyaz adama bir şey olmasın, aman o üzülmesin. Yerli halkın sadece fon olduğu, kendi ülkelerinde figüran oldukları filmde onların çekebileceği sıkıntılar, geçirdikleri felaket sadece bir ayrıntıdan ibaret.

Flight****

İşte yılın fiyasko filmlerinden biri. Aldığı senaryo adaylığı da şaka gibi. Anlatmaya soyunduğu hikâye elbette ki fikir olarak etkileyici, bundan çok iyi film çıkar düşüncesi mutlaka geçmiştir hepimizin aklından. Ancak anlatış şekli? Filme hiçbir katkısı olmayan yan öyküler, sadece Denzel Washington üzerine dönen bir filmde, bir karikatür gibi oradan oraya savruluyor. Hele ki filmin gidişatında hiçbir olumlu / olumsuz değişikliğe sebep olmayan "din" güzellemesi de neyin nesi? Ha desem ki adam dine döndü, karakter değişimini bu fikir üzerinden tamamladı, tamam! Ancak böyle bir şey de yok. O komedi çifte ne gerek vardı allasen?? (İkinci pilot ve karısının hastane odasındaki şovundan bahsediyorum)

Django Unchained *********

Geçtiğimiz yılın en iyilerinden Django. Belki çoğu kişi için Tarantino'nun zayıf işlerinden biri sayılabilir ancak onca saçmalık arasında güneş gibi parlıyor vesselam.

Wreck it Ralph******
Anna Karenina (1935)*******
Killing Them Softly******
Les Miserables****

Olmadı olamadı, Russell Crowe denen o kazulet ve bet sesli adamla maalesef film komediye dönüştü. Sevmedim, sevemedim. Fazla da abartmak istemiyorum ama her şeyi şarkıyla anlatmak ne be?

Seven Psychopats*****

Nobody Walks**

10 Years***

Killer of Sheep******

The Perks of Being A Wallflower*******

Anlattığı konunun ağırlığına rağmen çok şeker bir film bu. Chobsky'nin ilk filmi mi değil mi çok tartışıldı ancak Indie'lerde ilk film olarak yer aldı hatta ödül de aldı. Üç güzel performansla yılın en iyi oyunculuklarından örnekler de görmüş olduk, daha n'olsun :)

Killer Joe******

Uzun Hikâye*****

Arbitrage*****

Jeux Interdits (1952) *********

Bu filmse diğerleri ne? René Clément'in bu şahane yapıtı, uzun zamandır beni etkileyen, kanımı durduran, kalbimi çarptıran, beni ağlatan tek film. Şimdi yazarken bile etkisini hissediyorum. İki küçük çocuğun dostluğunu anlatırken, hayata lanet ettiren, gerçekliğe sövdüren, tüm umutları al aşağı eden bu film, herkesin izlemesi gereken filmlerden. Ama ne çare ki yıllar önce TRT bu filmi verirken gelen itiraz telefonları yüzünden yayından kaldırıldığını öğrendiğimden bu yana herkesin izlemesi gerekliliği üzerinde soru işaretleri dolaşıyor. En azından insanlıktan nasibini alabilenler izlesin diyeyim.

Zero Dark Thirty******

Şimdi Argo'nun savunduklarını, geri planını vs beğenmediyseniz bu Zero'ya da uzak yaklaşmanız olasıdır, bunu anlarım. Ya da şöyle diyeyim, ele aldığı kurum açısından zaten yansız işler yapılamayacağını düşünüyorsanız ZDT'nin anlattıklarına "yanlı" demeniz de olası. Ancak Argo'yu savunup şu filmi yerden yere vurmayı anlayamam işte! Yönetmeni Bigelow olduğundan kelli zaten direkt bir önyargı kurbanı olan Zero, Argo'nun cilaladıklarının altındakileri göstermesi dolayısıyla bile ondan daha ötede, daha samimi bir film. (Savunduğumdan değil, en azından gerçekçiliğinden ötürü söylüyorum bunu) Zaten filme devlet kanalından bile saldırılmasının başka bir nedeni olabilir mi? Devlet eliyle ödüllendirillen Argo mu samimi, işkenceyi reddeden CIA'nin dışladığı Zero mu? Film estetiği açısından da düşündüğümüzde Zero'daki işçilik Argo'nun ötesinde. Ancak işkence gösteriyor diye işkenceyi yüceltiyor konumuna gelen Zero'nun "işkenceyi savunuyor" argümanı izleyenlerin bakışına göre de değişiyor.

The Paperboy****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder