6 Ekim 2013 Pazar

Filmekimi'nden Bana Kalanlar 1



IKSV’nin sadece Emek sinemasında göstermek üzere başlattığı sonbahar film günleriydi Filmekimi. Şimdi bize kalan Emek’in yıkıntı görüntüleri içinde Atlas ve Beyoğlu’na koşmak...

Bu yıl geçtiğimiz yılların da coşkusuyla yine Cannes’a yön verenleri önümüze serdi Filmekimi. Daha izlenmeden taparcasına beklenen film listeleri oluşturttu sinemaseverlere. Bu ne denli doğru bir bakış açısı bilmiyorum ama sevmek böyle bir şey olsa gerek. Ancak beklentiye girip sonradan çökmek handikapını da içinde barındırması iki ucu da zararlı kılıyor. Neyse... Gelelim bu yıl payıma düşenlerden aldığım paylara:

**Önemli bir not olarak şunu yazmak istiyorum başlamadan: Filmlerin adlarının yanında göreceğiniz yorumlar bende bıraktıkları etkilerdir. O filmlere dair duyumsadıklarımdır, iç döküşlerimdir. Sizi etkilemesini istemem, katılırsanız “bir kişi daha öyle düşünmüş” derim katılmazsanız “fikirler, duygular çeşitlendikçe çoğalır”a bırakırım sizi ve kendimi :)

Filmekimi kitapçığını elime aldım, orta sayfadaki film listesindeki sırayla başlıyorum.

Ilo Ilo: Giriş, gelişme, sonuç itibarıyla bende hiçbir etkili duygu bırakmayan vasat altı bir film. Uzakdoğu’nun orta sınıf mutsuz bir ailesinin yanına gelen Filipinli hizmetçileriyle yer yer sadizme kayan duygu şiddetlerini içinde barındırıyor. Yine ekonomik sıkıntılar, yine aile içi iletişimsizlik, yine yine yine. Senaryo vasat, ortaya çıkan işten arda kalan sıkıntıdan başka bir şey değil.

La Vie D’Adéle (Mavi En Sıcak Renktir): Bu film yarattığı coşku halesiyle geldi kuruldu perdeye tabii. Kötü düşünmek ne mümkün. İzleyeni büyüleyen bir film. Büyüsü nerden geliyor onu biraz eşelemek gerek. Biliyorsunuz Cannes’da ödüllendikten sonra gerek oyuncuların yönetmene ettikleri laflar, gerek yönetmenin verdiği cevaplar derken film büyüdükçe büyüdü. (180 dk’dan daha fazla ne kadar büyür onu da gördük) İnanın, film hakkında söylenenler zerre umrumda değil. Zaten spekülasyonlar ancak reklama yarıyor. Filmi izlediğimde gördüğüm “mükemmel bir aşk anlatımı”ndan başka bir şey değil. Ha bu küçük bir şey mi? Hayır! Önemsiz mi? Hayır! Adele’in hayatından kesitler, zaten filmin adında bize duyurulan ipucu.

Yönetmenin sineması hakkında pek bir bilgim yok. Diğer filmlerinde ele aldığı konuları insanı delirtecek kadar detaylandırarak verip vermediğini bilmiyorum. Mavi’de tercih ettiği yakın planlar alamet-i farikasıdır belki de. Rahatsız etmeyi tercih ediyordur zannımca. Çünkü Mavi içine girdiği yaşamları rahatsız edecek derecede detaylandıran bir film olmuş. Adele’in aşkın içine düşmesiyle kontrol edemediği hislerinin davranışa dönüşmesi, tipik aşk hallerinin de dışavurumu aslında. Hangi âşık kontrollü ki? Kontrolsüzlük hali filme de yansımış ki film izlediğimizi unutturacak derecede giriyoruz filmin içine ve aslında filmi değil Adele’i izliyoruz. Filmin başarısı bence bu. Onun dünyasının içine, onun gözlerinin derinliklerine sokabiliyor bizi. Mavi için söyleyeceklerim bu kadar şimdilik.

Metro Manila: Fakirlik her yerde kötü, fakirler her yerde ezilen... Yer Filipinler... İnanın bana bir ailenin başına gelebileceklerin haddini hesabını biz Öyle Bir Geçer Zaman ki’den biliyoruz. Metro Manila’nın ailesi Akarsu ailesinden bir tık şanslı o kadar.

3X3D: 3 bölümden oluşan bir 3D dünyası. Galiba 3D’yi ancak böyle filmlerde sevebilirim. 20 dk’lık bölümler. İlk bölümü geçiyorum, hiçbir halt anlamadım o bölümden. İkinci bölümde sinemasapienleri izlemek epey eğlenceliydi. Sinema tarihine günahlarıyla, sevaplarıyla dokunmak ve tarihi baştan izlemek sinemaseverler için iyi, genel izleyici için ne ifade eder bilemem. Üçüncü bölüme de değinmek istemiyorum. Godard beni boğuyor.

Michael Kohlhaas: Baştan söyleyeyim filmi seçme nedenim tamamen Mads Mikkelsen. Böyle ciddi (!) bir seçim sebebinden sonra filme mantıklı bir yaklaşım geliştirmemi bekleyemezsiniz, değil mi? Ancak şunu söyleyebilirim: Kafka, bu filmin uyarlamasının yapıldığı novella için zamanında “Ne zaman aklıma gelse gözyaşlarıma hâkim olamıyorum” demiş. Okumak zevkli olabilir de izlemek sadece Mads varsa zevk verir, onu diyeyim.

Fruitvale Station (Son Durak: Filmin bittiği anı aklıma getiriyorum ve gözlerimizdeki yaşın sadece filmle alakalı olmadığını, filmin bizi Gezi sürecini ve hatta şimdiki zamanı tekrar tekrar hatırlattığını düşünüyorum. Son Durak, Filmekimi başlarken en fazla merak ettiğim filmlerden biriydi. Nedeni ödül sezonunda adını duyacağımız filmlerden birini erken görebilmek ve bu filme ne kadar umut bağlayabileceğimi test etmekti. Doğrusu, listeme koymakta tereddüt etmediğim Son Durak’ın sezonu sonuna kadar görütebileceğine inanıyorum hâlâ. Tıkır tıkır işleyen bir film ve insanı isyan ettirecek bir konusu var. Gerçek hayattan alınan bir olay ve gerçekten çok acı. Tüm bunlar bir filmi çok iyi yapmaya yetmez tabii ama çok çok etkilemeye yeter. Son Durak’ın yaptığı da bu.


Sanırım çok uzayacak yazı, dolayısıyla ilk 3 günün özeti olsun buraya kadarkiler. Şimdi genel olarak Filmekimi’ne bakıp izlediklerim arasından en iyi 5’i çıkarabilir miyim bakayım.


La Vie D’Adele (Mavi En Sıcak Renktir)
Gloria
Fruitvale Station (Son Durak)
Mamarosh (Ana Kuzusu)
La Danza de La Realidad (Gerçeğin Dansı)


ve La Passé (Geçmiş)

6 oldu ama idare ediverin :) Filmler sıralı değildir. Ancak La Passé’nin ilk sırada olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.