20 Nisan 2014 Pazar

Benim de "İtirazım Var"

Evet, bir festivalin daha sonuna geldik. Ne yalan söyleyeyim bu yıl festival yapılmasın demişliğim, istemişliğim var. Halbuki insanlar en azından böylesi bir gündemin içinde bir nefeslik yer açmak istiyorlar kendilerine belki en haklısından. Ancak kaçmakla, atlamakla, üstünü kapamakla veya konuşmamakla geçer mi, biter mi? Ama bir tarafta resmen kafayı yemek bir tarafta biraz olsun geçiştirmek varken neyi seçeceğimiz elbet bize kalmış. Her zaman tekrarladığım bir sözü yeniden yazmakta bir beis görmüyorum: SİNEMA BİR KAÇIŞ DEĞİLDİR. Dahası hatırlamak, anmak, üzerine konuşmak,yeniden biçimlendirmek, isyan etmektir. Çünkü sinema hayattır. Neyse, bu yıl bu duygularla açtık ve kapattık festivali. İkinci hafta başlayan yarışma filmlerinden "Ulusal Yarışma" kategorisine değinmek istiyorum biraz çünkü artık gerçekten itirazım var.

Küçük bir ilişki kurmayla tabii ki Onur Ünlü filmine atıfta bulunmak isteğindeydim ki itirazım var diyorum. İlkin filme uygulanan akıl dışı +18 uygulamasına hepimizin itirazı var. Festivalin filme benzeyen filmlerinden biriydi İtirazım Var ve sinemanın üzerine aldığı misyonlardan "hatırlatma, kendine getirme" yönünü elbette ki çok yerinde kullanıyordu. Buydu herhal kafaları dellendiren ve filme "insanlık onuru var" deyip sansür uygulattıran. Nasıl bir şey bu?

Görüldüğü üzere "insan onuru" içeriyor film ve bu bir sansür nedeni olarak gösterilebiliyor. İçinde yaşanılan ülkenin nasıl bir kara mizah deryası içinde yüzdüğünü göstermesi bakımından önemli aslında, değil mi?

Neyse, aslında konu İtirazım Var filmi değil, konu yerli sinemanın hali! Belki yerli sinemayı masaya yatırıp kesip biçmek ve sonuçlar çıkartmak adına fazla bir bilgi birikimine sahip değilim ancak bu yıl gördüğüm festival filmlerinden hareketle birkaç kelam etmek istiyorum. Bu yıl festivalde gördüm ki hikâye varsa sinema yok, sinema varsa hikâye yok, bu nasıl iş? Elinizde incir çekirdeğini doldurmayacak bir hikâye var ve bunu anlatmak istiyorsunuz. Niye? Hadi niyesini geçtik, anlatacaksınız anladık ama hikâyeyi sündüre sündüre filmi en az iki saat sunmak niye? Kıyamıyor musunuz cümlelerinize, görüntülerinize? Misal Ayhan Hanım... Biçim denemesi olarak gerçekten tebrik etmek istiyorum Levent Semerci'yi ancak biçime yüklendikçe senaryonun yavan kalması ne iş? Sembolik anlatım diye diye seyirciyi olayın ciddiyetinden koparmak nasıl bir tercih? 12 Eylül dönemini (özellikle 1 Mayıs 1977'yi eksene alarak) anlatmak için "kıydılar güzel çocuklara" cümlesini odağa almak nasıl bir hafifletme?

Peki elinizde "mevsimlik işçiler" gibi gerçekten önemli bir konu varken ve emekle paranın çatışmasını anlatırken bu çatışmanın bir ucuna sadece Kürtleri koymak nasıl bir anlayış? Kazım Öz'ün Bir Varmış Bir Yokmuş filmi çok iyi bir konuyu dillendiriyor. Mevsimlik işçi meselesinden emek/işçi ile güç/sermaye/para çatışmasını perdeye taşıyor. Bu sınıfsal bir mücadele ve anlatılması çok çok önemli. Bu evrensel konuyu yerelleştirmek de ülke sıkıntılarını anlatmak açısından önemli. Ancak bunu etnik köken sorunu haline getirmek? Filmin en büyük çıkmazı bu.

Güzel kadrajlar, samimiyet, doğal oyunculuk... Ancak seçilen hikâyenin birbirine eklemlenemeyen uçları... Sesime Gel böylesi savruk bir film olmuş. Masalla gerçeği iç içe geçirmek elbette iyi bir tercih ancak gerçeğin yere basması gereken ayakları gittikçe ana hikâyeden kopuyor ve bu da Sesime Gel'in önemli bir sorunu. Bunlar değerli filmler, değerli yönetmenlerin işleri. O yüzden beklentilerimiz yüksek. Sinemamız adına birer umut bu isimler bunu da eklemek istiyorum doğrusu.

Yarışma dışı izlediğimiz filmlerden bazıları de ayrı bir fecaat. Misal Uzun Yol. Filmi bitiremediğimi baştan söyleyerek bir arkadaşımın filme yakıştırdığı "gerçek kesit" benzetmesini de eklemek istiyorum. Hikâyeyi geçtim vallahi billahi ama o görüntüler? Çiğ, yapay... Devamlılık hatalarıyla dolu. Üstelik filmin süresi de 110 dk. Doldurulmaya çalışılan felaketler silsilesi... Hani Öyle Bir Geçer Zaman ki dizisi vardı ya, bir ailenin başına tüm felaketler geliyordu ve artık sıtkımız sıyrılmıştı izlerken. Onun çiğ görüntüler ve "doğal" zannedilen oyunculuklarla perdeye taşındığını düşünün. Karşınızda Samanyolu veya Flash sponsorluğunda çekildiği zannı uyandıran "gerçek kesit"!