29 Ocak 2011 Cumartesi

Ve sıra geldi Oscarlara...

25 Ocak, Salı günü Akademi adaylarını açıkladı. Beklenen adaylıklar geldi tabii, bunda bir şüphe yok. Zaten Oscar ödüllerine gelene kadar verilen diğer ödüller bu adaylıkların da habercisiydi. Kesin olan dallar yanında hani belki süpriz yapabilir denebilecek adaylıklar her zaman vardır. Şimdi listeye bakarak gideyim de kaçırdığım bir nokta olmasın.

En İyi Film
127 Hours

Black Swan*
Inception
The Fighter
The Kids Are All Right

The King’s Speech*
The Social Network*
Toy Story 3
True Grit
Winter's Bone

Yıldız koyduklarım tehlikeli filmler. Yani ödülü kapabilecek olanlar. Gerçi Black Swan (Siyah Kuğu) pek fazla iddialı değil en iyi film olma yolunda ancak şaşırtır mı dersiniz? Burada beni en fazla şaşırtacak adat The Fighter (Dövüşçü) filmi. Nedeni aslında açık. Akademi herkesin de dilinde olduğu gibi boksa dayalı filmleri sever. Boks varoşların da sporu olduğundan oradan çıkan büyüme ve yükselme hikâyeleri her daim ödüllerin ilgi odağında olmuştur ve izleyicilerin de beğenisini kazanmıştır. Listede The Social Network (Sosyal Ağ) olmasa hani diyeceğim The Fighter bu listeden sıyrılır ve süpriz yapar ama The Fighter’ın alacağı ödüller oyuncularla sınırlı olacaktır süprizlere açık bir gece bizi beklemiyorsa. Gönül hangisini ister sorusuna yanıtım hepsine aynı uzaklık veya yakınlıktayım’dır. Ancak akıl,The Social Network diyor.

Yönetmen

Darren Aronofsky (Black Swan
)
David Fincher (The Social Network)
David O. Russell (The Fighter)
Joel & Ethan Coen (True Grit)
Tom Hooper (The King’s Speech
)

Ben burada Christopher Nolan’ı da görmek isterdim ancak o The Inception’la (Başlangıç) başka ödüller toplayacak (senaryo ödülünü pekala alacaktır) Süprizolmazsa diyeceğim yine David Fincher’dır. Zaten öncesindeki ödülleri de topladı ama en iyi film The King’s Speech’e (Zoraki Kral) giderse –ki bu da ihtimal dahilinde- belki Tom Hooper kotaya girer. Bir diğer mantıkla ödüller bölüştürülürse yine Hooper kotadadır ancak Fincher’ın önünü keseceğini zannetmiyorum.

Erkek Oyuncu
Colin Firth (The King’s Speech
)
James Franco (127 Hours)
Javier Bardem (Biutiful)
Jeff Bridges (True Grit)
Jesse Eisenberg (The Social Network)

Burası belli, Colin Firth. Çok memnun kalacağım sonuçtan onu da belirteyim. Diğer adaylara lafım yok, ama Firth hak ediyor. Bridges’in ödülü var, Franco, Eisenberg daha genç. Buraya Ryan Gosling de yakışırdı (Blue Valentine’daki o güzel, abartısız rolüyle) ancak adaylıkla yakışırdı tabii, yoksa ödül Firth’ün, o kadar!

Kadın Oyuncu
Annette Bening (The Kids Are All Right
)
Jennifer Lawrence (Winter’s Bone
)
Michelle Williams (Blue Valentine)
Natalie Portman (Black Swan)
Nicole Kidman (Rabbit Hole
)

Canımı sıkacak tek şey burada Natalie Portman’ın Annette Bening’in önünü kesebilecek olması. Bana göre eşit seviyede geldiler buraya kadar, takip edebildiğim ölçüde söylüyorum tabii bunu. Ancak Black Swan’ın –teknik özelliklerini bilemem, kurgu vs benim meselem değil- en büyük kozu şu anda Portman’ın oyunculuğu ve bunu da kaçırmak istemeyecektir. Altın Küre’de farklı dallarda yarıştıkları için her iki oyuncu da ödülle evine dönebildi ama burada ne olur bilemeyeceğim. Gönül Bening’i ister onu bilirim sadece.

Yardımcı Erkek Oyuncu
Christian Bale (The Fighter
)
Geoffrey Rush (The King’s Speech)
Jeremy Renner (The Town
)
John Hawkes (Winter's Bone)
Mark Ruffalo (The Kids Are All Right
)

Tartışmasız Christian Bale. Artık ödül almazsa çok ayıp olura kadar getirebilirim sözü. Hem hak ediyor, hem artık bir Oscar almalı hem de canlandırdığı karakter Oscar için biçilmiş kaftan. Gerçek bir kimlik canlandırdığı ve de inişli çıkışlı bir hayat öyküsü var ortada. Üstelik geçirdiği fiziksel değişimler de cabası Bale’in. Jeremy Runner niye orda anlamış değilim, oyuncu sıkıntısı mı vardı acaba? Onun yerine pekala Andrew Garfield (The Social Network) gelebilirdi ve gelmeliydi de.

Yardımcı Kadın Oyuncu
Amy Adams (The Fighter)

Hailee Steinfeld (True Grit)
Helena Bonham Carter (The King’s Speech
)
Jacki Weaver (Animal Kingdom)
Melissa Leo (The Fighter)


Burada akıl Melissa Leo diyor ve haklı çıkıyor kanımca. The Fighter’ın kaldıracağı ödüller zaten bu oyuncular sayesinde olacak.

Uyarlama Senaryo
127 Hours
The Social Network
Toy Story 3

True Grit
Winter’s Bone

Tartışmasız The Social Network!!!


Orijinal Senaryo
Another Year
Inception
The Fighter

The Kids Are All Right

The King’s Speech

Inception alır diyeceğim, Nolan’ı bu kadar saf dışı bırakamazlar.

Bundan sonrasını liste halinde vermekle yetineceğim çünkü içlerinde izlemediğim ve izlemeyeceğim (Harry Potter gibi) filmler var, teknik konularda da malumatfuruşluk yapamam. Yalnız Yabancı Dildeki filmler arasında Bal’ı görmeyi çok isterdim ki şansı da vardı. Yunanistan’ın adayı Dogtooth’u listede görmek hoş, onu da belirteyim. Aştı kendini Akademi.


Sanat Yönetmenliği
Alice in Wonderland
Harry Potter and the Deathle Hallows: Part 1
Inception

The King’s Speech

True Grit

Görüntü Yönetmenliği

Black Swan
Inception

The King’s Speech
The Social Network
True Grit

Kostüm
Alice in Wonderland
I am Love
The King’s Speech

The Tempest
True Grit

Kurgu
Black Swan
The Fighter

The King’s Speech
127 Hours

The Social Network

Makyaj
Barney's Version
The Way Back

The Wolfman

Orijinal Müzik

How to Train Your Dragon
Inception
The King’s Speech
127 Hours
The Social Network

Orijinal Şarkı
Coming Home (Country Strong)
If I Rise (127 Hours)
I See the Light (Tangled)
We Belong Together (Toy Story 3)

Ses Kurgusu
Inception
Toy Story 3
TRON Legacy
True Grit
Unstoppable

Ses Miksajı

Inception
The King's Speech
Salt
The Social Network

True Grit

Görsel Efekt
Alice in Wonderland

Harry Potter and the Deathly Hallows: Part I
Hereafter
Inception
Iron Man 2


Animasyon (Uzun Metraj)
How to Train Your Dragon

The Illusionist
Toy Story 3

Yabancı Dilde En İyi Film
Cezayir - Outside the Law
Danimarka – In a Better World
Kanada – Incendies

Meksika – Biutiful

Yunanistan – Dogtooth


Belgesel (Uzun Metraj)

Exit Through the Gift Shop
Gasland

Inside Job
Restrepo
Waste Land

Belgesel (Kısa Metraj)
Killing in the Name
Poster Girl
Strangers No More

Sun Come Up
The Warriors of Qiugang

Kısa Film (Animasyon)

Day & Night
The Gruffalo
Let’s Pollute
The Lost Thing
Madagascar, a Journey Diary


Kısa Film (Live Action)
The Confession
The Crush
God of Love
Na Wewe
Wish 143

17 Ocak 2011 Pazartesi

Altın Küre 68 yaşında (Sinema)

Oscar ödülleri dağıtılana kadar Oscar'ın habercisi olan ödüller de bir bir sahiplerini buluyor. Starların gövde gösterisi yapabileceği törenlerden biri de Altın Küreler pek tabii. Bu yıl fazla süpriz yapmadan, daha önce verilen ödüllerin devamı niteliğinde bir tören yaşattılar bize. Memnun değil miyiz peki? Kazananları görünce memnun olmamak elde değil. Ancak Altın Küre'nin aday listeleri açıklandığında hafif yollu şoklar yaşamadım değil. Örneğin The Kids Are All Right'ın komedi-müzikal alanında aday gösterilmesi... Bu, Anette Bening'e zaten hak ettiği ödülü verebilmenin bir yolu gibi de görüldü çoğu yerde. Öyle veya böyle Bening'İn ödül almasına çok sevindim, hatta Oscar'ı da alsın istiyorum. Daha önce de hak ettiği ama alamadığı şu heykelciğe kavuşsun artık istiyorum, tabii Natalie Portman önünü kesmezse. Sonuçta o da Altın Küre'yi aldı ve Oscarlarda ikisi de aynı kategoride yarışacak (tabii aday olurlarsa ama adaylıkları kesin artık)
Beni en fazla sevindiren Colin Firth ve Christian Bale. Her ikisi de daha önce ödül almayı hak edecek performanslarla çıktılar önümüze hele ki Bale. Ancak bu sene her şey onlardan yana görünüyor, karşılarında onları alaşağı edecek rakipler var belki ama ödül biraz da sırası gelme işi ve her ikisinin de sırası fazlasıyla geldi. Özellikle Firth'ün Oscar gecesi sevineceği kesin.
Beni bir başka sevindiren isim de Paul Giamatti. Barney's Version filmini henüz izlemedim ama Giamatti'nin geçmişi de pek çok parlak performansla dolu, bu filmde de ışıldadığından eminim. Tabii Altın Kürelerde dramlarla komedi-müzikaller ayrı dallar olarak düşünüldüğü için ödüllendirilen isimler de daha fazla oluyor haliyle.

Oyunculuklarıyla öne çıkan The Fighter, Bale ödül kazandırdığı gibi Melissa Leo'ya da ödül getirdi. Aynı filmden Amy Adams'ı geçen Leo ödülü kucakladı. Adams da alsa üzülmezdim doğrusu, neticede The Fighter oyuncu kadrosu olarak çok iyi bir film.

Senaryo konusunda söylenecek hiçbir söz yok, aday olduğu her ödülü alan The Social Network'un muhteşem senaryosunu kaleme alan Sorkin bu konuda rakipsiz.

Kazananların listesi:

En İyi Erkek Oyuncu (Drama):
Colin Firth (The King’s Speech)


En İyi Kadın Oyuncu (Drama):
Natalie Portman (Black Swan)


En İyi Kadın Oyuncu (Komedi-Müzikal):
Annette Bening (The Kids Are All Right)


En İyi Erkek oyuncu (KOMEDİ-MÜZİKAL):
Paul Giamatti (Barney’s Version)


En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu:
Christian Bale (The Fighter)


En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu:
Melissa Leo (The Fighter)


En İyi Yönetmen:
David Fincher (The Social Network)


En İyi Senaryo:
Aaron Sorkin (The Social Network)


En İyi Yabancı film:
In A Better World (Denmark)


En İyi Animasyon:
Toy Story 3

Altın Küre 68 yaşında (TV)

Altın Küre (Golden Globe) Ödülleri 68. kez dağıtıldı dün gece. Sonuçlarda fazla şaşılacak bir şey yok, zaten adaylıklar belli olduğu anda kazanacak olanlar da hemen hemen belli gibiydi en azından sinema alanında. Benim TV alanında fazla malumatım yok, birkaç dizi izliyorum o kadar. Adaylardan da drama alanında sadece Mad Men'in takipçisiyim o kadar; o da ödül alamadı son birkaç senenin tersine. Oysa aday olduğu "En iyi drama dizisi" alanını hep silip süpürürdü ya bu senenin afilli işlerinden Broadwalk Empire'a kaptırdı tahtını. Dolayısıyla Steve Buscemi de baştacı edildi tabii "En iyi erkek başrol oyuncusu" dalında, tabii dramalarda. Komedi belki biraz daha fazla takip ettiğim bir tarz oldu bunca sene dizi alanında, ne de olsa Friends'ten gelen bir bağımlılık vardı bünyemde komediye karşı ama How I Met Your Mother'dan vazgeçip Bing Bang Theory'ye tutunamayınca, Glee'ye hiç şans tanımadım bünyemde. Ama The Office'in yeri başka; Steve Carell'in de tabii. Yine ödül vermediler biricik Michaelıma (Steve Carell) dolayısıyla Jim Parsons'a gıcıklığım bir kademe daha atladı.

Evet sevmiyorum bu adamı ya!!!

Neyse gelelim şimdi TV kategorisinde kazananların listesine:

En İyi Dizi (DRAMA):
Boardwalk Empire

En İyi Erkek Oyuncu - Dizi (DRAMA):
Steve Buscemi (Boardwalk Empire)

En İyi Kadın Oyuncu - Dizi (DRAMA):
Katey Sagal (Sons Of Anarchy)

En İyi Dizi (KOMEDİ-MÜZİKAL):
Glee

En İyi Erkek Oyuncu (KOMEDİ-MÜZİKAL):
Jim Parsons (The Big Bang Theory)

En İyi Kadın Oyuncu (KOMEDİ-MÜZİKAL):
Laura Linney (The Big C)

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu - Dizi:
Chris Colfer (Glee)

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu - Dizi:
Jane Lynch (Glee)

En İyi Mini Dizi:
Carlos

En İyi Erkek Oyuncu (MİNİ DİZİ):
Al Pacino (You Don’T Know Jack)

En İyi Kadın Oyuncu (MİNİ DİZİ):
Claire Danes (Temple Grandin)

16 Ocak 2011 Pazar

Beş buçuk gün



İnsan çoğu zaman yaşadığının bile farkında olmadan geçiriyor saatleri, günleri. Her gün işe git, eve gel, yemekti içmekti derken vs vs vs ile geçiyor ömür. Arada sırada durup bir düşünüyor ne yapıyorum, nereye gidiyorum diye. Geçenlerde Interstate 60 diye bir film izliyordum orda güzel bir ifade vardı buna dair. İnsan varacağı menzile doğru giderken aradaki yolları hiç düşünmeden katediyor'a benzer bir cümle kullanıyordu filmin kahramanlarından biri. Doğru, bir gün bekliyoruz belki ya da bir yere gitmek, bir terfi almak vs. Onu beklerken geçen sürenin farkında omuyoruz. O anları değerlendirmiyoruz belki de. İşte tüm bu duyguları hatırlatan küçük anlar bir daha fark etmemizi sağlıyor aslında geçiridğimiz zamanı. Bazen bir kitap sayfası, bazen bir resim ya da bir film... İşte 127 Saat (127 Hours) her şeyin kıymetini bir daha düşünmemizi sağlayan filmlerden biri.

Yönetmen Danny Boyle'un yeni bir filmi gösterime giriyor ya da Boyle film çekiyor cinsinden haberler o filmi beklememe yeten sebeplerdendir. Mezarını Derin Kaz (Shallow Grave) filminden beridir boş bir işine rastlamadım ben Boyle'un. Kimileri eski kuvvetini bulmasa da filmlerinde, ben hep sevmişimdir bundan sonra da böyle devam edeceği kesin, hele 127 Saat'ten sonra.


127 Saat, eksenine Aron Ralston'un otobiyografik bir kitap olan Between a Rock and a Hard Place'ini alıyor ve genç dağcının (Aron) 2003 yılında, 28 yaşında iken başına gelenleri anlatıyor. Burada söylemeye gerek yok zaten konu hatta filmin bütün detayları (hikâye açısından) herkesin malumu. Sonuçta yaşanan bir şeyi anlatmayı seçiyorsanız hatta anlattıklarınız daha önce kitaplaştırılmışsa bundan kaçmak olanaksız. Çünkü kurgudan öte bir şey bu, yaşanmışlık var ortada. İşte böyle kısıtlı bir özgürlük alanında başarıyla cirit atıyor Boyle, ve bir buçuk saatlik film boyunca tempoyu asla düşürmeden, yer yer gülümseterek bile bizi Aron'ın yaşamından o çok zor geçen beş buçuk güne dahil ediyor. Tabii bunu James Franco'nun vücudunda hayat bulan bir canlandırmayla yapıyor. Franco sayesinde Aron'ın gün be gün yaşadıklarına, hissettiklerine tanık oluyoruz; hatta orada olmadığımıza ve ona yardım edemediğimize yanıyoruz. Her an biri gelecekmiş gibi (gelmeyeceğini bile bile) onunla birlikte umut ediyoruz.


127 Saat, Boyle'un hızlı kamera hareketleri, çılgın müzikleri ile de desteklenen bir film. Hatta bu yüzden filme video klip estetiğine sahip deyip burun kıvıranlar var. Ancak filmi izlediğinizde bu öykünün çok daha fazla insana ulaşabilmesini bu unsurların da sağladığının farkına varıyorsunuz. Bu zor bir hikâye, en azından filmleştirilmesi fazlasıyla handikap taşıyor. Çoğu anı Boyle teknikleriyle zenginleştirilmese izleyicilerin dikkatini çekememe potansiyeline sahip. İşte böyle bir durumda becerikli bir yönetmen ancak bu handikaplardan kurtulabilir. Her potansiyel hikâye filmde iyi durmaz. Bu hikâye gerçek olsa da olmasa da. Tabii ki gerçek olması insanın tüylerini daha fazla diken diken ediyor. Ancak film kriterleri açısından da bakıldığında 127 Saat'e sadece "ne hikâye ama" diye bakmıyorsunuz, ayrıca "ne film ama" diyebiliyorsunuz. Geçenlerde izlediğim Conviction'ın tam tersine. Orada da "ne hikâye ama" dedirten bir gerçek hikâye vardı ama "ne film ama" yoktu.

8 Ocak 2011 Cumartesi

Geç kalan bir değerlendirme...



Evet, 2010 yılını geride bıraktık. Aralık ayının takvimde sırası geldiğinde başlar en iyiler vs listeleri. Ödül sezonunun da birkaç ay öncesinden başlamasıyla adeta coşar listeler. Gerçi ülkemiz için durum biraz karışık... Gösterime giren filmlerle yetinmek zorunda kalıyoruz listeleri oluştururken, oysaki ödüllere adını yazdıracak onca 2010 filmi bizim için ancak 2011 listelerinde görülecek. Sıcağı sıcağına öyle veya böyle izlediğimiz filmleri yazmaya çalışıyoruz ama çoğunluğu ilgilendiren filmler gösterime girenlerle sınırlı. Ve işte o sınırlı 2010 listem:


Sosyal Ağ (The Social Network)
Başlangıç (Inception)
Parlak Yıldız (Bright Star)
Ciddi Bir Adam (A Serious Man)
Annemi Öldürdüm (J’ai Tué Ma Mère)
Gir Kanıma (Låt Den Rätte Komma In)
Aslı Gibidir (Copie Conforme)
Ay (Moon)
Gözlerindeki Sır (El Secreto de Sus Ojos)
Aklı Havada (Up In The Air)



Yılın başarısı benim için Sosyal Ağ (The Social Network)... Bir filmde senaryo ve oyunculuğa çok dikkat ediyorsam Sosyal Ağ listenin vazgeçilmezi olacaktı zaten. Başlangıç (Inception) Sosyal Ağ'ı izlemeden önce ilk sıradaydı ama Fincher, Nolan'ı solladı. Aslında Fincher değil Aaron Sorkin...Müthiş bir senaryoyla çıktı karşımıza Social Network ve müthiş bir oyuncu yönetimiyle. O yüzden Fincher'ın da hakkını yememek gerek. Oyuncu yönetimi deyince Başlangıç da sarsılmaz bir güven veriyor insana. Ancak yine de benim için yılın en güzel işi Bright Star... Peki niye birinci sırada değil o zaman?! Çünkü Parlak Yıldız çok kişisel bir tercih, listeye elbet girecekti ancak görülen köy kılavuz istemez misali önündeki iki filmi geçerek değil. Parlak Yıldız'la ilgili geniş yorumum gelecek.

1 Ocak 2011 Cumartesi

Herhangi bir yerde

Bahsimiz Somewhere...

Coppola kızı Sofia'nın yönettiği Somewhere heyecanla karışık bir beklentiyle izlemeye başladığım bir film(di). Hem Stephen Dorff'un varlığı (kendisi oyuncu olarak çok bir şey ifade etmese de bana, görüntü olarak perdeyi süslemesini özlemiştim) hem de Sofia Coppola'nın Lost In Translation(vari) havası filmi beklememdeki önemli etkenler. Birinci etken fazlasıyla ciddiyetsiz olsa da ikinci etken fazlasıyla ciddiydi benim için. Kadın yönetmenlerin işlerini takip etmek belki bir hemcins olarak sinemasal bir görev :)

Filmi izlemeye başladığımda müthiş bir kısır döngü havası sardı bedenimi. Hem de ilk andan itibaren. Hadi belki filmin amacı budur dedim, belki de çok başarılı olması bundan belli falan gibi zırvalarla kendimi avutmaya çalıştım ama filmin nispeten kısa süresi bile (97 dk) bu eziyeti azaltmadı. Bir filmi izlerken geçen gerçek süre yanında bir de hissedilen süreyi kabul edersek bu film çifte eziyet çektirdi bana.

Konu basit, şöhret bir baba ve on bir yaşındaki kızı... Şöhret baba aslında bir hiç'tir (kendi deyimi bu) ve varoluşuna bir mana yüklemeye çalışmaktadır. Bunu film boyunca hissediyoruz ama kendi de filmin finaline doğru (final derken bir bağlayış vs'den bahsetmiyorum, sadece filmin sonuna doğru) "ben bir hiç'im" ifadesini kullanarak anlamamışız gibi tekrarlıyor.

Benim bir filmin yavaş akmasıyla, sıradan bir şeyler anlatmasıyla, daha önce anlatılmış şeyleri tekrar etmesiyle (eğer kendisi bir bakış açısı veya yorum getiriyorsa) hiçbir problemim olmamıştır, bundan sonra da olmaz. Ama bu film hiçbir şey anlatmıyor; anlattığını sanıyorsa da ortada bir şey yok. Film hiç akmıyor diyemem çünkü bir arpa boyu bile yürümüyor. Bana kalan belki bir noktadan sonra Dorff'u izlemek ama o da bayıyor.
Filmdeki tek ironik nokta belki Dorff'un sinema personasını (öyle bir şeyi varsa) tersten kullanması. Belki şöyle demeliyim: Aslında hiç olmamış bir şeyi ona Somewhere'da yaşatması. (Müthiş bir ün ve kariyer gibi) Filmin tek becerisi bu herhalde ama o da bir izleyici olarak beni hiç ilgilendirmiyor.

Bilirsiniz, kendi bir mana ifade etmese de eğlenceli seyirlikler vardır. İlla bir şey söylemesi gerekmez, sadece eğlence görevini yerine getirir. Kendini ciddiye almayan filmlerdir bunlar. Ancak hem kendini ağırdan satan, ciddiye alan hem de böyle bir "hiç" ortaya koyan filmler hiç çekilmez. Somewhere da benim için böyle bir film.