6 Ağustos 2013 Salı

Arka Bahçe, Dünya




Filmler hep bir şeyler hatırlatır, başka yerlere götürür, bağ kurdurur, düşündürür. En azından sinemadan anladığım şey sizinkiyle aynıysa, evet, filmler bunu yapar.
Yeni bir dünya yaratan filmleri özlüyoruz, adıyla değil sadece duruşuyla... Elysium: Yeni Cennet adıyla vizyona giriyor bu hafta. Yeni bir cennet... İnsan yapımı, ayrıştırıcı, ötekileştirici, elitizmin zirvesine yerleşmişlerin cenneti: Elysium.

Yönetmeni District 9’dan tanıyoruz. Dört yıl önce ufak çaplı başlayan etkileyiciliği gittikçe çoğalan ve geniş kitlelere yayılan District 9’un o gün 30 bugün 34 yaşında olan yönetmeni Neill Blomkamp, bu yaşında Amerikanya’ya sıçramış ve yeni filmi Elysium’u Matt Damon, Jodie Foster gibi adı sanı almış yürümüş oyuncularla çekmiş. Tabii District 9’un oyuncusu ve memleketlisi Sharlto Copley’i de yanına almayı unutmamış. Zaten filmi izlerseniz göreceksiniz, filmin akılda kalıcı tiplemesi Copley’den çıkıyor.

Filmin konusunu yazmak istemiyorum zaten tüm bültenlerde geçiyor. İnsan eliyle yaratılan Elysium adlı yaşam yerinin bir metafor olarak kullanıldığını izleyen herkes anlayacaktır. Zaten District 9’u izleyenler, yönetmenin kamplaşma, ötekileştirme, tecrit konularına nasıl yaklaştığını hatırlarlar. (İzlemeyenler de bir zahmet izlesin artık.) Senaryosu Blomkamp’a ait Elysium’un. İzledikten sonra benim aklıma takılan senaryo boşlukları, zannımca senaryonun Amerikan sinemasına dönüşürken hafifletilmesinden kaynaklanıyor. Bunun için akıl harcı bir delilim yok ancak yönetmenin bu filmi geniş çaplı dağıtıma çıkarabilmek için bazı değişiklikleri kabul adebileceğine inanmak zor değil. Neyse, ben yönetmen hakkındaki yargımı belirlerken üçüncü filmini bekleyeceğim. Henüz kredi kaybetmiş değil gözümde.

Elysium temelinde eşitlik sorununu kafasına takan bir film. Her alanda aslında eşit olabilecek imkanlar dahilinde yaşamak her insan evladının hakkı. Payın büyüğünü kendine ayıranlar tarafından alaşağı edilen yaşamlar, dünyayı sadece bir sömürü mekanı olarak kullanan büyükler (!) Elysium’un temel çatışma noktaları. Çözüm basitken insanın o kazanılanı (ne kadar hak edilmiş olduğu veya olmadığı önemli değil) elde tutma çabası, para ve mevki sahiplerini gittikçe canavarlaştırıyor. Bu konuda oldukça Jodie Foster’ın canlandırdığı Delacourt’un, naif tutumu karşısında Elysium’un başkanına söyledikleri manidar. Zaten başkanın da tavrı sadece vicdan rahatlatmaktan başka bir şey değil. Dolayısıyla “güç” ve “ayrıcalık” denilen kavramların insanı nasıl ele geçirdiğine dair tespitler aslında hepimizin malumu. Çünkü Elysium dünya dışında konumlandırılan bir uydu kent olsa da her gün her yerde yeni Elysium’lar dikiliveriyor. Belki adına lüks siteler diyoruz, belki yaşam kalitesi yüksek kentler diyoruz; ne dersek diyelim gerçek değişmiyor. Güç ve para (ki biri diğerini getiriyor) Elysium’lar yarattıkça bu çemberin dışında kalanları zorlu yaşam şartları her geçen gün öldürüyor.

Filmin genel ekonomik okumaları dışında özelde el attığı sağlık sektörüne dair okumaları ve tespitleri de can acıtıcı. Ayrıcalıklı olanların her türlü hastalığı iyileştirme hakkı ellerinde bulunurken bunu ötekileştiren dünyalılardan sakınmaları, dünyayı her türlü hastalığın ve pisliğin cirit attığı mekân olmaya doğru itiyor. Zaten distopik filmlerin genel çizgileri içinde yer alan bir yeraltılaştırılma mekanı olarak bu kez dünyanın kendisi çıkıyor karşımıza. Dünya kendi başına bir yeraltı konumunda.

Aslında her şeyin çözümü basit: Eşit paylaşım. Dünya, Elysium’un arka bahçesi değil; kenar mahallelerin lüks sitelerin arka bahçesi olmadığı gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder