3 Mart 2012 Cumartesi

Parlak Çocuklar Güzel Kız Masalı


Bu yazı, bu hafta ters ninja'da yayınlanan yazımın uzun versiyonudur. 

İyi Olan Kazansın ya da Âşık Siyahlı Adamlar

Belki uzunca bir süredir romantik komedi açlığı çekiyordu sinemaseverler ya da şubatın on dördüne denk getirilemeyen ve sonrasında bu açık kapatılmalı diyenlerin bir oyunudur bu bize. Tabiî ki girizgâhtan çok açık olmasa da romantik komedilere karşı duruşu / hissiyatı belli olmuştur bu satırların müellifinin.

Birkaç gündür romantik komedileri hatırlamak için bu türde filmler izliyorum. Biraz da İyi olan Kazansın (This Means War) filmine hazırlık babında. Karşılaşacaklarımı önceden bilmek ve savunmamı ona göre kurmak maksadıyla fazla cömert davrandım sanırım bünyeme çünkü bana en kötü sözleri söyletecek filmleri dahi izledim. Şimdiki konumuz bu değil tabiî dolayısıyla esas konumuz olan filme dönüyorum. Dönüyorum ama romantik komedilerin yapılarını hatırlamadan ve hatırlatmadan olmaz.

Romantik komediler sinemanın altın çağından bu yana temcit pilavı kıvamında varlığını sürdüren bir tür. Aslında bir süre unutulması ve doksanlarda yeniden hayat bulması (Özel Bir Kadın – Pretty Woman müsebbibidir bu gelişimin) ile yeniden kazandırıldı sinemaya. Ne romantik komediler gördük diyebiliriz. Gördük görmesine de sizi bilmiyorum ama bana hiçbiri Roma Tatili (Roman Holiday, 1953), Bir Gecede Oldu (It Happened One Night, 1934) veya Philadelphia Hikayesi (The Philadelphia Story, 1940) gibi filmlerin verdiği zevki vermedi. Örnekler çoğaltılabilir tabiî ki ama yazacağım her örnek yazdıklarımla hemen hemen aynı yılların filmleri olur. Bunun belki günümüzün değişen değerlerinin artık bizi inandıramadıkları aşk’la alakası vardır. Bu yüzden elli altmış yıllık filmlerin daha bir inandırıcı olduğu, oradaki dünyanın bize masal gibi geldiği ve bu nedenle de garip bir zevkle o filmleri sevdiğimiz söylenebilir. En azından benim için öyle...

İyi Olan Kazansın, romantizm, komedi ve aksiyonu bir araya getirmeye çalışmış bir film. En azından erkek karakterlerin (karakter demek fazla iddialı olur) ajan olması bu vaadi sunuyor izleyiciye. Filmin açılışı da dahil olmak üzere filme yedirilmeye çalışılmış birkaç aksiyon sahnesi de var. Yönetmenin (McG) Charlie’nin Melekleri (ikisi birden) ve Terminator Salvation gibi geçmişi olunca filmin aksiyon yönünün bulunması çok da tesadüf değil. Yalnız filmin aksiyonu sadece sos niyetine kullanılıyor, bir nevi romantik bir komediye erkek izleyici kazandırma / çekme yöntemi olarak da yorumlayabiliriz bu çabayı.

İki ajan var demiştik filmde, bunlar, Tom Hardy’nin canlandırdığı Tuck ve Chris Pine’nın canlandırdığı FDR Foster. Tom Hardy’yi geçen birkaç yılın prestijli filmlerinden hatırlıyoruz. Hatta en son Köstebek (Tinker, Tailor, Soldier, Spy) filminde izledik. Nasıl bir talihsizlikle bu filmde rol almış ben henüz anlamlandırabilmiş değilim. Bu iki ajanın arzu nesnesi kıvamında bir rolle de Reese Witherspoon (Lauren) çıkıyor karşımıza. Witherspoon o kadar sempatik bir kadın ki seksilik üzerine sonradan eklenmiş gibi duruyor. Şimdiye kadar inişli çıkışlı performanslarını izledik, romantik komedilerde de oynadı ancak hiçbir filmde –en azından benim izlediklerim arasında- hiç bu kadar sırıttığını görmemiştim. O kadar yapay bir rol ki her anından akıyor bu. İki erkeği kendine anında deli divane edecek bir hali yok ne yazık ki Lauren’in. Bu tarz filmlerde oyunculara biçilen role inanmadığınız anda tüm zemin yıkılır. Olmayan bir zemin üzerine bir filmi inşa etmek zordur haliyle. Üstelik filmin açılışından kapanışına o kadar çekici kılınmaya çalışılmış sahnesi var ki! Tüm yapaylık ayyuka çıkmış. Filmde erkekler de kadınlar da çok tipik çizilmiş. Tamam, iki erkek oyuncunun çekiciliğin zirvesinde olmaları kadının da aynı şekilde tam âşık olunacak kadın hali çizmesi bu tarz filmlerin seyirciye yutturulacak haplarından biri olabilir. Ama çizdiğiniz tiplere bu kadar klişe cümlelerle yaklaşır, jest ve mimiklerini bile bu kadar inandırıcılıktan yoksun kılarsanız elinizde işte İyi Olan Kazansın gibi bir film kalır.

 

**Yazının buradan sonrası filmin gelişimi hakkında ayrıntı içermektedir**

Filmin serim bölümünde bize tanıtılan kahramanlarımızdan Tuck (Tom Hardy), başından bir evlilik geçmiş, oğlu olan, kadınlara nisbeten nazik ve şefkatli davranan bir erkek. Bu haliyle de daha çekilebilir biri. FDR Foster (Chris Pine) ise snob, ukala tavırlarıyla açıkça ehlileştirilmek istediğini bangır bangır bağıran bir tip. Dolayısıyla hani dünyanın da bir genel geçer kuralı olarak “kadınlar beyefendilerden değil serserilerden hoşlanır” klişesini önümüze serecek denli düşmüş bir film bu. Tabiî ki bu iki erkek arasında kalan güzel kızımızın “erkek ihtiyacı” eski sevgiliye atılacak bir havadan ibaretken birden aşka evrilebiliyor. Klasik işleyişle kızla erkeğin (tabiî burda iki erkek) karşılaşması, hoşlanma, taktik, bocalama yine taktik ve doğru davranışı bulabilme... Tüm bu yollardan geçiyor film. Yalnız bu yollardan geçerken erkeklerin ajan olması sebebiyle kızın hiç özel hayatının kalmaması filmin zaten bozuk olan yapısına bir de ahlak yanlışlıklarını ekliyor. Bu açıdan da çok rahatsızlık veriyor izleyene. (Tabiî bundan rahatsızlık duymayanlar olabilir ancak eve dinleme cihazı ve kamera yerleştirilmesi ve iki rakip erkeğin her biri kızla birlikteyken diğerinin ekibiyle gelişmeleri izlemesi beni rahatsız etti.)

Uzun sözün kısası, İyi Olan Kazansın hem etik açıdan hem de film dinamikleri açısından zevk vermeyen bir seyirlik. Ancak Tom Hardy’nin varlığı filmi daha izlenebilir kılıyor diyebilirim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder