Bu yazı, bu hafta ters ninja'da yayınlanan yazımın uzun versiyonudur.
İyi Olan Kazansın ya
da Âşık Siyahlı Adamlar
Belki uzunca bir süredir romantik komedi açlığı çekiyordu
sinemaseverler ya da şubatın on dördüne denk getirilemeyen ve sonrasında bu
açık kapatılmalı diyenlerin bir oyunudur bu bize. Tabiî ki girizgâhtan çok açık
olmasa da romantik komedilere karşı duruşu / hissiyatı belli olmuştur bu
satırların müellifinin.
Birkaç gündür romantik komedileri hatırlamak için bu türde
filmler izliyorum. Biraz da İyi olan Kazansın (This Means War) filmine hazırlık
babında. Karşılaşacaklarımı önceden bilmek ve savunmamı ona göre kurmak
maksadıyla fazla cömert davrandım sanırım bünyeme çünkü bana en kötü sözleri
söyletecek filmleri dahi izledim. Şimdiki konumuz bu değil tabiî dolayısıyla
esas konumuz olan filme dönüyorum. Dönüyorum ama romantik komedilerin
yapılarını hatırlamadan ve hatırlatmadan olmaz.
Romantik
komediler sinemanın altın çağından bu yana temcit pilavı kıvamında varlığını
sürdüren bir tür. Aslında bir süre unutulması ve doksanlarda yeniden hayat
bulması (Özel Bir Kadın – Pretty Woman müsebbibidir bu gelişimin) ile yeniden
kazandırıldı sinemaya. Ne romantik komediler gördük diyebiliriz. Gördük
görmesine de sizi bilmiyorum ama bana hiçbiri Roma Tatili (Roman Holiday,
1953), Bir Gecede Oldu (It Happened One Night, 1934) veya Philadelphia Hikayesi (The
Philadelphia Story, 1940) gibi filmlerin verdiği zevki vermedi. Örnekler
çoğaltılabilir tabiî ki ama yazacağım her örnek yazdıklarımla hemen hemen aynı
yılların filmleri olur. Bunun belki günümüzün değişen değerlerinin artık bizi
inandıramadıkları aşk’la alakası vardır. Bu yüzden elli altmış yıllık filmlerin
daha bir inandırıcı olduğu, oradaki dünyanın bize masal gibi geldiği ve bu
nedenle de garip bir zevkle o filmleri sevdiğimiz söylenebilir. En azından
benim için öyle...
İyi
Olan Kazansın, romantizm, komedi ve aksiyonu bir araya getirmeye çalışmış bir
film. En azından erkek karakterlerin (karakter demek fazla iddialı olur) ajan
olması bu vaadi sunuyor izleyiciye. Filmin açılışı da dahil olmak üzere filme
yedirilmeye çalışılmış birkaç aksiyon sahnesi de var. Yönetmenin (McG)
Charlie’nin Melekleri (ikisi birden) ve Terminator Salvation gibi geçmişi
olunca filmin aksiyon yönünün bulunması çok da tesadüf değil. Yalnız filmin
aksiyonu sadece sos niyetine kullanılıyor, bir nevi romantik bir komediye erkek
izleyici kazandırma / çekme yöntemi olarak da yorumlayabiliriz bu çabayı.
İki
ajan var demiştik filmde, bunlar, Tom Hardy’nin canlandırdığı Tuck ve Chris
Pine’nın canlandırdığı FDR Foster. Tom Hardy’yi geçen birkaç yılın prestijli
filmlerinden hatırlıyoruz. Hatta en son Köstebek (Tinker, Tailor, Soldier, Spy)
filminde izledik. Nasıl bir talihsizlikle bu filmde rol almış ben henüz
anlamlandırabilmiş değilim. Bu iki ajanın arzu nesnesi kıvamında bir rolle de
Reese Witherspoon (Lauren) çıkıyor karşımıza. Witherspoon o kadar sempatik bir
kadın ki seksilik üzerine sonradan eklenmiş gibi duruyor. Şimdiye kadar inişli
çıkışlı performanslarını izledik, romantik komedilerde de oynadı ancak hiçbir
filmde –en azından benim izlediklerim arasında- hiç bu kadar sırıttığını
görmemiştim. O kadar yapay bir rol ki her anından akıyor bu. İki erkeği kendine
anında deli divane edecek bir hali yok ne yazık ki Lauren’in. Bu tarz filmlerde
oyunculara biçilen role inanmadığınız anda tüm zemin yıkılır. Olmayan bir zemin
üzerine bir filmi inşa etmek zordur haliyle. Üstelik filmin açılışından
kapanışına o kadar çekici kılınmaya çalışılmış sahnesi var ki! Tüm yapaylık
ayyuka çıkmış. Filmde erkekler de kadınlar da çok tipik çizilmiş. Tamam, iki
erkek oyuncunun çekiciliğin zirvesinde olmaları kadının da aynı şekilde tam
âşık olunacak kadın hali çizmesi bu tarz filmlerin seyirciye yutturulacak
haplarından biri olabilir. Ama çizdiğiniz tiplere bu kadar klişe cümlelerle
yaklaşır, jest ve mimiklerini bile bu kadar inandırıcılıktan yoksun kılarsanız
elinizde işte İyi Olan Kazansın gibi bir film kalır.
**Yazının buradan sonrası filmin gelişimi hakkında ayrıntı içermektedir**
Filmin
serim bölümünde bize tanıtılan kahramanlarımızdan Tuck (Tom Hardy), başından
bir evlilik geçmiş, oğlu olan, kadınlara nisbeten nazik ve şefkatli davranan
bir erkek. Bu haliyle de daha çekilebilir biri. FDR Foster (Chris Pine) ise
snob, ukala tavırlarıyla açıkça ehlileştirilmek istediğini bangır bangır
bağıran bir tip. Dolayısıyla hani dünyanın da bir genel geçer kuralı olarak
“kadınlar beyefendilerden değil serserilerden hoşlanır” klişesini önümüze
serecek denli düşmüş bir film bu. Tabiî ki bu iki erkek arasında kalan güzel
kızımızın “erkek ihtiyacı” eski sevgiliye atılacak bir havadan ibaretken birden
aşka evrilebiliyor. Klasik işleyişle kızla erkeğin (tabiî burda iki erkek)
karşılaşması, hoşlanma, taktik, bocalama yine taktik ve doğru davranışı
bulabilme... Tüm bu yollardan geçiyor film. Yalnız bu yollardan geçerken
erkeklerin ajan olması sebebiyle kızın hiç özel hayatının kalmaması filmin
zaten bozuk olan yapısına bir de ahlak yanlışlıklarını ekliyor. Bu açıdan da
çok rahatsızlık veriyor izleyene. (Tabiî bundan rahatsızlık duymayanlar
olabilir ancak eve dinleme cihazı ve kamera yerleştirilmesi ve iki rakip erkeğin
her biri kızla birlikteyken diğerinin ekibiyle gelişmeleri izlemesi beni
rahatsız etti.)
Uzun
sözün kısası, İyi Olan Kazansın hem etik açıdan hem de film dinamikleri
açısından zevk vermeyen bir seyirlik. Ancak Tom Hardy’nin varlığı filmi daha
izlenebilir kılıyor diyebilirim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder