26 Haziran 2012 Salı

Viridiana'yı anmak


"İşte sanat budur" demek için Viridiana'yı izlemek yeterli.  Yıkan, yaralayan, çarpan bir göstergeciliği var filmin. Yine bir "güzelleme" ile karşı karşıya kaldığınızı ilk sahnesinden anlıyorsunuz. Bir din güzellemesi, toplum güzellemesi... Toplumu inşa eden insanların güzellemesi.

Her çeşit filmi izlemeye açık olmama rağmen, filmle sinema kavramının birbirini tamamlaması gerektiğini düşünmüşümdür. Tamamlayan az ve öz sayıda film olması bile, sinemanın bir sanat olduğunu gösteriyor insana. O, sadece temelinde teknoloji yatan, ard arda fotoğrafların sıralanması, ses ve müzikle beslenmesi üzerine kurulu bir "şey" değil. Sinemayı sanat yapan bambaşka özellikleri var ve açıkçası beni bunlar ilgilendiriyor. Kendi kuramını oluşturması, kendi dilini yaratması. Görüntülerin bir dile dönüşmesi ve izleyicinin de bunu görüp okuması... Sinema bu anlamda büyük bir güç. Tabii ki herkesin Tarkovski, Bergman, Bunuel, Metin Erksan (ve daha adını saymakla bitiremeyeceğimiz kendi sinemasını yaratmış onca sanatçı) olması beklenemez; beklenmemeli de. Ancak bu isimlerin varlığı bile, sinemayı "sanat" yapmaya yeter.


***Spoiler ***

Gelelim Viridiana'ya... Film at yapı itibarıyla eğretilemeler üzerine kurulmuş ancak bunları çözümlemek zor değil. Bunuel'in keskin okları her yönden geliyor bu saldırıya da açık olmak lazım. Yön göstermeyen, tespitte bulunan ancak tespitleri de umut vaadetmeyen bir film Viridiana.Başrolün adı Viridiana... Çizilen karakter, kendini dine adamış bir kadın. Amcasının yanına gitmesi filmin açılışı... Zaten geri dönüş de yok bu yolculuktan. Saf bir inanca bürünmüş bir kadın tiplemesi karşımızdaki ve film boyunca yoksullara yardım etmekten kaçınmıyor, hatta onlara yer açıyor, yemek veriyor, işlemelerine yardım ediyor. Aldığı karşılık en amiyane tabirle "besle kargayı oysun gözünü" şeklinde gerçekleşiyor. Buraya kadar yazdıklarım filmin görünen dramatik yapısı.

Viridiana'nın cinsel yönden uyanışı, "toplumun genel görünümü" diye nitelendirebileceğimiz eve alınan yoksul kimselerin birbirleri arasında geçen konuşmalar ve bunların davranışları adım adım filmin temel yapısını oluşturuyor. Özellikle Viridiana ve yakınlarının evden uzaklaştıkları bir günü fırsat bilip eve giren ve kendilerine ziyafet çeken "yoksul takımının" (başka bir adlandırma bulamadım, sadece filmin genel yapısına binaen böyle söylüyorum yanlış anlaşılmasın) resmen tiksinti yaratan halleri ve o ünlü fotoğraf sahnesi insanın kanını donduran cinsten. Tüm sahne boyunca özellikle Hristiyanlığa yapılan atıflar ve iğnelemeler, filmin çözümlenmesi aşamasında en öncelikli yer tutan bir yön kanımca.

Viridiana'nın sondaki teslimiyeti, kendini bir nevi arzunun kanatlarına atması olarak bile yorumlanabilir. Filmde açıkça beyan edilmeyen yönlerden biri de zaten Viridiana'nın kadın kimliğine dönüşü. Bunları ufak nokta atışlarıyla yakalayabiliyorsunuz. Ancak son sahne her şeyi kabullenme açısından umutsuzluğa doğru bir yol alışı simgeliyor.

Bu film hakkında konuşmak gerekli. İçinde yeni açılımlar saklayan her türlü sahnesiyle insanlık dersi, sanat dersi vs açısından abartarak söylediğimi biliyorum ama yere göğe sığdırılamayacak yapıda bir film Viridiana.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder