9 Haziran 2012 Cumartesi

Payne'i arıyorum şarap tadında




"Ben küçük bir filmim, anlattıklarım sade ve yalın gel gör ki aslında neler söylüyorum" cinsinden hem eğlenilebilecek hem de ironisinden tad alınabilecek güzel bir yapım Sideways.

***Spoiler***

İşte benim bittiğim sahne... Miles, kitabının basılmayacağını öğrenmiş ve bi kova şarabı başından aşağı dikmiştir. Jack, Miles'ı kelle paça dışarı çıkarır ve konuşma anı gelir

Jack: Yenisini yazarsın, bir sürü fikrin var.
Miles: Hayır, ben bittim. Ben yazar değilim, İngilizce öğretmeniyim. Benim ne söylediğim dünyanın umrunda değil. Gereksizim. O kadar önemsizim ki, intihar bile edemem.
Jack: Miles, bu da ne demek oluyor?
Miles: Anlasana. Hemingway, Sexton, Plath, Woolf... Kitabın yayınlanmadan önce kendini öldüremezsin.
Jack: Peki, ya Confederacy on Dunces'ın yazarı? O, kitabı çıkmadan intihar etti. Bak şimdi nasıl ünlü.
Miles: Teşekkürler.

(Bu Jack adamı deli eder ya ) devamı:

Miles: Bir gökdelenin camında kalan parmak iziyim. Milyonlarca ton lağımla birlikte denize akan bir tuvalet kağıdına bulaşmış dışkıyım.
Jack: Bak gördün mü? Ne güzel söyledin. "Denize akan..." Ben asla böyle söyleyemem.
Miles: Ben de. Galiba bunu Bukowski söylemişti

***Spoiler***

Alexander Payne, insanlık hallerinin şairidir. Onun filmlerinde sadece görüneni değil, görünenin ardındakini sorgulamak gerekiyor. Çünkü Payne aslında "sen"i anlatır. Tabii ki bunu yaparken çok çok iyi bir gözlemci olduğunu yazdığı her satırda bize hissettirir. Sideways de böyle bir film. Payne'nin önceki filmlerine oranla daha umut taşıyan bir film belki de. Ancak bu komikliğe yakın oluşundan da geliyor. Buradaki komiklik yine insanlık hallerinden doğuyor tabii. Ancak karamsar bir dokunuş yok bu filminde, o yüzden belki o umut hissediliyor. 

Önceki filmi About Schmitt tabii ki eğlence arayan, popcorn tarz bir beklenti içinde olan seyirci kitlesini çekmeyecektir. (yanlış anlaşılmasın bu sadece bir tercihtir ve sinemaya bakışımızla alakalıdır. İçinde hiçbir küçümseme yoktur) Ancak "sorgu" dediğimiz insanın varolmasına, gerçeğine, hallerine dair filmler ilginizi çekiyorsa Payne filmleri birebir tanışmanız gereken filmlerdir. Tabii ki başka yönetmenler de var. Yönetmenler diyorum sadece filmler değil. Çünkü Payne gibi yönetmenler sadece filmi çekip eğlenmenizi sağlamazlar. Onlar sadece film çekmez. Sizi sorgulamaya davet eder. Film biter ama kafanızda devam eder. Sideways de böyle bir filmdir. Film siz olur, siz film. Yönetmen koltuğuna siz geçersiniz ve diyalogların sadeliği ve cazibesi sizi cezbeder. O kadar benden, senden, ondan ki... Yarattığı umutsuzluk-umut-anlaşılamama--karamsarlığın yaydığı komiklik vs. hallerin yorumlanması ve hayat bulan karakterler... Özellikle bu kez Jack karakterine dikkat ettim ve tabii ki T.H. Church'e. Öylesine ince bir yerden yakalamış ki Jack'i. Duruma göre kaypaklık yapabilen, anlamını zevklerde arayan, içine düştüğü zor durumlarda ayakta kalmak yerine çökmeyi, zırlamayı ve sürekli yardım dilenmeyi tercih eden bir adam... Müthiş keyifli, bir o kadar can sıkıcı, gıcık, yer yer adi... Harika bir karakter yaratımı her şeyden evvel. Tabii ki romanın senaryolaştırılmasında ince ayrıntıları gözden kaçırmayan Payne ve ortağının işini bilir halleri bu etkileyicilikte birincil sebep... Miles ayrı bi olayzaten, onu ayrı ele almak gerek. En kısa zamanda filmden almış olduğum Jack-Miles diyaloglarından birini buraya aktarayım. Müthiş farklılık, uçurum, anlayış... İki karakterin bu denli zıt ama özünde insan olma halleri...


Diğer filmlerine oranla, daha kolay izlenebilirlik ölçüsü olduğu kesin Sideways'in. Çoğu insanın ilgilenebileceği tarzda bir hikayesi var. Hiç olmadı film şaraplar için bile izlenebilir. Peki hepsi bu mu? Tabii ki hayır.
Orta sınıf Amerikan vatandaşlarının dünyasına daha çok ümitsizlik, karamsarlık açısından bakan; genel olarak da ironik bir yapı çizen Payne filmlerinin tadı tabii ki bu filmde de var. Ancak biraz daha yumuşatılmış bir biçimde. Kendi adıma filmi çok sevdim. Zaten Paul Giamatti'nin varlığı ve Miles karakterine tam manasıyla "cuk oturmuş" havası vermesi harika bir seçim olduğunun göstergesi. Zaten filmdeki ironik unsurlar Miles karakteri ile bir nevi onun zıddı Jack (Thomas Haden Church) arasında geçen diyaloglar ve vücud gilinden ileri gelmekte.

Filmde, şaraplarla ilgili o kadar detay var ki; izlemeden bilseydim ilgimi çekeceğini düşünmezdim. Ama Payne'nin tercihleri fazlasıyla yerinde. Özellikle bu bölümlerde kullanılan anlatım teknikleri filme biraz da belgesel havası veriyor. Sanki bir anda yabancılaşıyorsunuz filme; başka bir film izliyorsunuz ama kesinlikle kopmuyorsunuz ana karkaterlerden.

Film izlendikten sonra çok iyi karkater tahlilleri yapılabilir ki bu çok güzel işlendiklerini gösteriyor. Filmin kitaptan senaryolaştırılması bir etken tabii ama Alexander Payne ve Jim Taylor (yanlış yazmış olabilirim) çok yerinde diyaloglarla senaryo ödüllerinin hakkını vermişler.
Sonuçta filmin gerçekten hoş bir senaryosu, güzel görüntüleri, bunlara eşlik eden hoş ve sade bir anlatımı var. Yine dingin bir film ancak diğer Payne filmlerinden farklı olarak karamsarlığın boyutlarında yumuşama var.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder